Muridan
Ahmed Yesevî'de Aşk-ı Rasûl

Ahmed Yesevî'de Aşk-ı Rasûl

Ahmed Yesevi, bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (s.a.s)'in altmış üç yaşında vefat ederek yeraltına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (s.a.s)'den daha fazla gezmekten hayâ etmesini göstermektedir.

 Ahmed Yesevi bugünkü Kazakistan'ın güneyindeki Çim kent şehri yakınlarında (7 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Sayram kasabası Ahmed Yesevi’nin küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli bir kısmını geçirdiği ve ünlü Türk destanının kahramanı Oğuz Han’ın idare merkezi olduğu bilinen Yesi (Türkistan) kentine 157 km. kadar bir mesafededir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki bilgiler gözüne alındığında 1093 yılında doğduğu kabul edilebilir.

 Babası Sayram kasabasında yerleşmiş ünlü bir âlim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasaç) Ana olarak bilinmektedir. Kaynaklar İbrahim Şeyh'in, Hazret-i Ali (k.v)'nin oğullarından Muhammed Hanefi‘nin neslinden geldiğini kaydetmektedir. Annesi ve babasına ait türbeler Sayram kasabasında olup bu türbelerin Ahmed Yesevi tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir.

 Ahmed Yesevi ilk eğitimini kendisi yedi yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh’ten almıştır. Ahmet Yesevi’ nin manevi eğitimini aldığı kaynaklar arasında "Arslan Bab" ismi, hem çeşitli menkıbe ve rivayetlerde hem de Ahmed Yesevi'ye ait hikmetlerde ortaklaşa olarak belirtilen bir isim olarak dikkati çeker. Babasının ölümünden sonra Arslan Baba, eğitimini üstlendiği Ahmed Yesevi’nin aynı zamanda manevi babası olmuştur.

 Ahmed Yesevi ile Arslan Baba’nın karşılaşmasını dile getiren rivayet tarihi gerçekliğin ötesinde içerdiği bazı hususlar itibarıyla dikkate değerdir. Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek daha küçük bir çocuk olan Ahmet’i bulması ve Hz. Muhammed (s.a.s)'in emanetini Ahmet’e vermesi, terbiyesiyle meşgul olup irşat etmesi manevi bir işarete dayanıyordu. Arslan Baba, buradaki rivayette efsanevi bir kimlikle karşımıza çıkarken Yesi yakınlarında bulunan tarihi Otrar şehrinde adına yapılmış bir türbenin mevcudiyeti Arslan Baba’nın tarihen varlığının delilidir.

 Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından sonra, daha önceden verdiği işarete uyarak o zaman için Türkistan’ın en önemli İslam merkezi olan Buharâ‘ya gider. Ahmed Yesevi, Semerkand'da devrin önde gelen âlim ve mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedani’ye intisap ederek O'nun irşat ve terbiyesi altına girer. Hikmetlerinden çıkardığımız bir hükümle bu sırada Ahmed Yesevi 27 yaşındadır.

 Nakşbendiyye tarikatının silsilesinde yer alan Yusuf Hemedani, Allah yolunda hizmet için Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi İslam merkezlerini dolaşarak halkı irşada çalışmaktaydı. Tarihi kaynaklarda kaydedildiğine göre devrin Selçuklu Hanı Sultan Sencer, Yusuf Hemedani’ye bağlılığını her vesileyle göstermiştir. Bu bağlılık ölümle bile sona ermemiştir; bugün hem Sultan Sencer'in kendi kabri hem de Şeyh Yusuf Hemedani’nin kabri halen Türkmenistan sınırlan içinde kalan Merv şehrindedir.

 Olgunluk döneminde Şeyh Yusuf Hemedani gibi bir mürşidin yanında devrin bütün ilimlerinde ilerleyen Ahmed Yesevi de şeyhi gibi İslam’ın zahiri esaslarına uygun hareket etmedi ve tarikatının esaslarını belirlerken İslam’ın hükümlerine ters düşebilecek hususlardan kaçınmadı ihmal etmemiştir. Ahmed Yesevi’nin bu konuda ne denli titizlik gösterdiği dile getirdiği hikmetlerin analizi ile kolayca anlaşılabilir. Ahmed Yesevi, tarikattaki sülük adabını, İslam’ın zahir ve batın ilimlerini şeyhi Yusuf Hemedani’den öğrenmiş ve muhtemeldir ki şeyhi ile beraber Türkistan’ın çeşitli yerlerini dolaşmıştır.

 Ahmed Yesevi, şeyhi Yusuf Hemedani’nin ölümünden sonra dergâhın sorumluluğunu üstlenen üçüncü halef olarak bir süre Buhara da hizmete devam eder. Bunu belirten kaynaklardan birisinde "Yusuf Hemedani’nin üçüncü halefi Hoca Ahmed Yesevi’dir ki, keramet ve harikulâde haller âdetlerinden idi; her kim halis bir niyetle kendileri ile müşerref olursa Ehlullah'tan olurdu. Nasıl ki "Niyetin koldaşın..." buyururlardı. Kutlu makamları Türkistan’dadır, yüce dergâhı çok feyizlidir." ibareleri yer almaktadır. Buhara sofilerine bir süre rehberlikten sonra şeyhi Yusuf Hemedani’nin verdiği bir işarete uyarak irşat makamını Nakşbendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdülhalık Gücdüvani’ye bırakarak Yesi ye döner ve faaliyetini Yesi merkezli olarak sürdürür.

 Ahmed Yesevi, Yesi’ye yerleştikten sonra Türkistan’ın her yerinden gelen ve eğitimini tamamladıktan sonra bütün Türk yurtlarında İslami tebliğ ile görevlendireceği müritlerine İslam’ın zahiri ve Batıni ilimlerini öğretir. Rivayetlere göre Ahmed Yesevi dergâhında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına, Çin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşat göreviyle gönderdiği dervişlerinin sayısı doksan dokuz bindir. Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu ifade etmesi yönünden gerçeğe işaret eder.

 Hoca Ahmed Yesevi’nin eserlerinde halkı şüphelere düşürecek, itikatları sarsacak özel imgelere, imalara rastlanmaz. Şeriat hükümlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden, cezbesi galip büyük bir kısım sofilerden sadır olan ve onların zahir âlimleri tarafından suçlanmasına yol açan fikir ve ibareler bu büyük Türk şeyhinin eserlerinde hemen yok gibidir. Çevresinde İslam la yeni tanışmış ancak çok güçlü olarak bağlanmış saf inançlı Türkler toplandığından Ahmed Yesevi, Arapçayı ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, uzlete çekildiği çilehanesinde çevresinde halkalananlara onların kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitab etmeyi tercih etti. Tarikatını süluk adabını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için de, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak "hikmet" adı ile tanınıp "Divan-ı Hikmet" adı verilen kitaplarda bir araya getirilecekti.

 İbadetle dolu hayatının boş kalan vakitlerinde ise tahtadan kaşık ve kepçe yontup, onları satarak geçimini sağlıyordu.

 Ahmed Yesevi’ nin sünnet-i nebeviye olan bağlılığının derecesini gözler önüne seren bir rivayete göre; Ahmed Yesevi, Yesi de altmış üç yaşına geldiğinde dergâhının avlusuna açılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethane olarak kullandığı bir yeraltı mescidi yaptırmış ve vefatına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur.

 Ahmed Yesevi’ nin yeraltında uzun süren bir halveti yaşadığı hücresinin kalıntıları bugün de muhafaza edilmektedir.

 Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (s.a.s)'in altmış üç yaşında vefat ederek yeraltına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (s.a.s)'den daha fazla gezmekten hayâ etmesini göstermektedir. "Divan-ı Hikmet"te Ahmed Yesevi’ nin yeraltında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler önemli bir yere sahiptir. Esasen Divan- Hikmet’ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahi ilham ile bu mekânda Ahmed Yesevi’nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kâğıt üzerine tespit edilmiştir.

 Bu uzlet hayatının ne kadar sürdüğü belli değildir; fakat vefat tarihi olarak kabul edilen 1166 yılına kadar yaklaşık 10 yıl süreyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki çilehanesinde uzletini sürdürdüğü ve 73 yaşında vefat ettiği sanılmaktadır.

Top