Büyük seferlerimizin birçoğunun zaferle sonuçlanmasında; askeri ve siyasi başarımızın yanı sıra, ozanlarımızın çabaları, erenlerimiz ve dervişlerimizin manevi fethi de kuşkusuz etkili olmuştur. Ordu sefere çıktığında askerlerin ruhlarını güçlendirmek için; dervişler ve ozanlar da sefere katılıyordu. Mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Bu dervişler ve ozanlar, gerektiği zaman silahlanıp savaşa da katılıyordu.
“Gül Baba” da bu dervişlerden birisiydi. Gül Baba, sadece Türkler değil, aynı zamanda Macarlar tarafından da çok sevilen, elinden tahta kılıcı, başındaki sarığından gül eksik olmayan bir Türk dervişi. Gül Baba’nın ordu üzerinde de etkisinin büyük olmasının sebebi; Yeniçerilerin Hacı Bektaş-ı Veli’yi Pir olarak kabul etmesi ve dolayısıyla Yeniçerilerin Bektaşi dervişlerine büyük saygı göstermesidir. Asıl adı Cafer olan, Amasya Merzifon doğumlu Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa seferlerine katılan önemli bir Bektaşi babasıdır. Katıldığı seferlerde başından hiç gül eksik olmazmış. Bu yüzden de böyle anılmış Gül Baba.
GÜL BABA’NIN BUDİN SEFERİ VE MACARLARIN ONA OLAN SEVGİSİ
Sayısız savaştan sonra, 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın daveti üzerine Gül Baba, Budin serfine katılmıştır. Budin alındıktan sonra Gül Baba, geri dönmemiş ve Budin’de 10 yıl yaşamıştır.1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. Evliya Çelebi’nin kaynaklarına göre; Kanuni Sultan Süleyman dâhil 200.000 kişi katılmıştır Gül Baba’nın cenaze namazına. Çünkü Gül Baba, Macarlar tarafından da çok sevilmektedir. Bu sevgi öyle büyük ki, Gül Baba, Macar edebiyatına girmiş, adına operetler, şiirler, tiyatro oyunları yazılmış ve hayatı filme alınmıştır.
Orta Avrupa’da kalan önemli eserlerimizden birisi “Gül Baba Türbesi”.Bizde Gül Baba Türbesi’ne gitmek için önce türbenin bulunduğu “Gültepe”ye çıktık. Türbenin arkasındaki sokağın adı da “Gül Baba”.Türbeye vardığımızda sağ elini kalbinin üzerine koymuş vaziyette selam veren Gül Baba heykeli karşıladı bizi. Türbenin avlu kısmı açıktı. Ne yazık ki mezarın olduğu kısım için ziyaret saati çoktan bitmişti. Ama ziyaret saati olmadığını öğrendiğimizde yüzümüzdeki üzüntü ifadesini gören görevli, dayanamayıp anahtarı getirdi ve mezarın olduğu kısmı kısa süreliğine de olsa bize açtı. Birçok türbede olduğu gibi burada da mezarın üstünde bir sanduka ve onun üstünde de ayetler yazılı yeşil örtü vardı. Sanduka’nın üstünde bulunan Gül Baba’nın kavuğunun altındaki yeşil kumaşta da bir gül deseni vardı.
Gül Baba Türbesi’ni 1543–1548 yılları arasında Budin Beylerbeyi olan Mehmed Paşa yaptırmış. Osmanlı, aynı zamanda Bektaşi Tekkesi olarak da kullanılan türbeye hazineden düzenli maaş alan bir Dede de görevlendirmiş. Budapeşte Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra türbe kısa bir süre kilise olarak kullanılmış. Sultan Abdülaziz’in 1867’deki Avrupa ziyaretinden sonra onarılarak tekrar türbeye dönüştürülmüş. Türbenin önemli bir özelliği de Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin restore etmesine verilen ilk yapı olması.
SON OLARAK…
Üç kıtada olduğu gibi bu coğrafyada da ecdadımızın bıraktığı eserler ve kültürümüzden birçok iz var. Her ne kadar birçok yerde eserlerimiz yıkılmış ve izimiz oradan silinmeye çalışılmış olsa da 466 yıldır ayakta kalan Gül Baba Türbesi ve Balkanlardaki birçok eserimiz, ecdadımızın gittiği yerlere zulüm etmeye ve gittiği yerleri yakıp yıkmaya gitmediğini bana bir kez daha gösterdi. Her ne kadar diğer Avrupa ülkeleri, Atalarımızı işkenceci ve soykırımcı gibi göstermeye çalışıp yeni nesillerini bu kinle yetiştirseler de, Macaristan ve Balkanlardaki birçok ülkedeki kalıcı eserlerimiz ve insanlara bıraktığımız hoş seda, bize olan kardeşlik duyguları, elinde hiçbir belge olmadan Türk Milleti’ni işkencecilikle ve soykırımcılıkla suçlayanlara adeta bir Osmanlı tokadı olmuştur. Bizler de günümüzdeki kötü durum karşısında karamsar olmamalı ve geçmişimizdeki büyük başarıları ve sırlarını iyi öğrenmeli, atalarımızın hoşgörü ve adalet anlayışını örnek almalı ve bu yolda ilerlemeliyiz.
“Geçmişini iyi bilmeyenler, geleceklerini iyi şekillendiremezler”
Emrullah TÖREN