Muridan
Gerçek Tevekkül

Gerçek Tevekkül

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: “Bir kimse ki, kendi gibi yaratılmışa dayanır, o melundur.” Melun: Lanete uğramış, herkesin nefretini celbeden kimse, de­mektir. Hayret. Çoğu kimseler, bu lanet halkasına takıldı, hayret. Halkın çoğu aynı yolda. Allah'a dayanan, bir tane denecek kadar az. Bir kimse, Allah'a dayanırsa kopmaz halkaya yapışmış olur. Her kim ki, kendi gibi bir yaratılmışa dayanır, o elini suya açık daldırıp kapalı çeken gibidir ki, eline bir şey girmez.

 
Bu konuşma sabah üzeri medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 16 Recep 545, Milâdî 1150.

Yazık sana, kullar sana ne kadar yardım edebilir? Onlar yardım edecek olsa, bir, iki, üç gün, bir ay, bir sene veya iki sene yardım eder. O da dünyada. Âhirete gidince hepsi senden yüz çevirir.

Sana, Hak'la sohbet gerekir. Bütün işlerini O'na ısmarla. O, sen­den yüz çevirmez, dünya ve âhirete dair ihtiyacını vermekten imtina etmez.

Allah'ı tevhid etmiş olan bir iman sahibi için ana, baba, ev halkı, dost, düşman, mal, şöhret ve herhangi bir şeye güvenmek yoktur; onun için cümle eşya yokluğa gömülüdür. Bu hâli benliğine sindiren zât, Hakk'a dayanır ve O'nun iyiliğine güvenir.

Ey altınına ve gümüşüne güvenen, yakında onlar elinden çıka­cak, sana cezası kalacak. Onları harcadığın yerler sorulacak. Onlar vaktiyle başkasının elindeydi, sonra sana geldi. Sebebi, onları Hak yo­la sarf edesin; Mevlâ'nın yolunda sana yardımcı olsunlar. Hâlbuki sen, onları özüne put kıldın.

Ey bilgisiz! İlmi Allah için öğren; ayrıca amel et. Öğrenmek ve amel etmek, insanı edep sahibi eder. İlim hayattır, cehalet ölüm sa­yılır, ölümün en yakın dostu bilgisizliktir. Bilgisizlik insanı cemiyet defterinden siler.

İlim birkaç bölüme ayrılır. Biri herkesçe müşterek ilim ki, onu herkes öğrenir. Bir de hususî ilim vardır; o da, her şahısta değişir. Buna da: “Kalp ilmi, sır ilmi” derler.

İkinci ilmin deryasına dalarsan, Allah yolunun sultanı olursun. Seni yolunda sultan kılanın emri icabı, yasak olanı yasak eder, yapıl­ması gerekli olanı yaptırırsın. Verilecek yere verir, verilmeyecek yere vermezsiz. Halk arasında da sevilirsin.

Yeryüzünde, Allah'ın sultan kıldığı kimseler vardır. Allah'ın emrini yaptırır, yasak ettiği şeyleri yaptırmazlar. Hak'tan bir şey alı­nacağı zaman Allah'ın emri varsa halk arasında ilâhî hükümle gezer­ler; iç âlemlerinden alırlar; yoksa almazlar. Vermeyi de aynı şekilde yaparlar. Kopup gelen bilgi ile olurlar. Hüküm kapıcıdır; kapıyı bek­ler; ilim evin içinde durur. Hüküm umumî verilir. İlim her şahsa göre değişik şekil alır.

İlim sahibi Hakk'ın kapısında durur. Marifet bilgisi ona verilmiş­tir. Bütün işlere karşı anlayış sahibi olur ki, bu hâle başkası eremez. İrfan sahibi emirsiz hiç bir iş görmez. “Ver” denilirse verir, “Verme” dendi mi kimse ondan bir şey alamaz. İrfan sahibine “ye” denir, yer. “Yeme” denirse yemez, aç kalır. İrfan sahibi, yapacağı işleri vicdanı­nın emri ile yapar. Bir şahsa gidileceği zaman vicdan emri esas olur. Gidilmeyeceği zaman yine vicdan emri göz önünde bulundurulur.

İrfan sahibi vicdanına danışmadan kimseden bir şey alıp diğeri­ne vermez. Yardım görmek isteyen, irfan sahibine yardımcı olur. Re­zil ve rüsva olmak isteyen, ona zahmet verir.

Allah yolunda çalışanlar, kendi menfaatlerini değil, sizin iyiliği­nizi düşünürler. Size gelmelerinin sebebi de budur; kendi ihtiyaçları­nı düşünmezler. Onlar kullara ihtiyaç beyan etmezler. Onlar, kulla­rın çözülen iplerini bağlar, harabe evlerini yaparlar. Ve bir baba gibi şefkat gösterirler. Hak Teâlâ onlara ezelden irfan duygusu nasip et­miştir, o duygu sayesinde her şeye karşı anlayış sahibi olurlar. Hangi işi sizden beklerse, o sizin içindir, kendileri için değil. Onlar daima kullara öğüt verir; bu vazifeden yorgunluk duymazlar.

Bir iş ki, Allah tarafından olur, onun sonu gelmez, sabit olur, ömürlü olur. Başkalarınınki ömürsüz ve geçici olur. İlme çalış. İlim sahiplerine ve bildiğini iyi yolda kullananlara hizmetçi ol. Bu uğurda, uğrayacağın ufak tefek güç işlere sabırla karşı koy. İlk başta ilme sabırla çalış; sonra faydasını bulursun; dolayısıyla saygı görürsün. Sana hizmet edenler de sabırlı olur. Çünkü sen de o yolda sabretmiştin. İlim yolunda sabırlı olursan kalp bilgisine sahip olursun. İçin nurla dolar.

Ey cemaat! İşlerinizi Hakk'a ısmarlayınız. İşleri, O sizden daha iyi bilir. Size yarayan en iyi şeyi O verir. Hakk'ın yardımını gözetiniz. O'nun yardımı, an an gelir. Her işinizde O'nun hizmetçisi olunuz. Rahmet kapısının açılmasını gözetiniz. Halka açılan kapıları kalbinize kapatınız. Bu dediğimi yaparsanız hesabınızda olmayan, garibinize gidecek şeyleri gösterir.

Yazık sana, dediklerimi anlamıyorsun; Allah, kullarının eli ile sana her şeyi gönderir ve onların eli ile zarar gelecekse yine gelir.

Her şeyi emre uyar kılan O'dur. Kalplere yumuşaklık veren yine O'dur. Kalpleri yine O karartır. O diriltir. O verir. O alır. O aziz eder. O zelil eder. O hasta eder. O şifa verir. O doyurur. O aç koyar. O giy­dirir. O üryan eder. O ihsan eder, O korkutur. O, Evvel'dir ve Âhir'dir. Şu söylenen şeylerin hepsi O'nundur. Bu işlerde başkasının dahli yok­tur. Kalple bunlara inan. Halkla muaşeret âdabını iyi yap.

Sâlih ve ittikâ sahiplerinin edebi böyledir. O ittikâ sahipleri Allah'a karşı hatalı olmaktan çekinirler. Halkla iyi geçim yoluna gi­derler. Halk arasında konuşurlarsa ancak onların aklına göre söz ederler; kalp istidatlarına göre konuşurlar. Daima iyi huylu olurlar. Ahlâk örneklerini Kitap ve Sünnet’ten alırlar. Kitap’ta -Kur'ân'da- ve Sünnet’te ne varsa onu konuşurlar. Sözleri kabul edildiği zaman, Allah'a şükür yolunu tutarlar. Şayet sözleri dinlenmez olursa, oradan kaçarlar. Söz dinlemeyen kişiler onlar için dost olamaz. Onlar, kullar arasında, Allah'ın emrini yerine getirmek için dolaşırlar; yasak işle­ri yaptırmamak için halk içine girerler.

Kalbini mescid eyle; orada Hakk'a kulluk et ve yalnız Allah'ı çağır, başkasını anma. “Mescidler Allah içindir; orada Allah'tan gayrisine dua etme­yiniz.” (el-Cin, 72/18) mealine gelen âyet-i celilenin mânasını düşün.

Kul, derece derece yükselir. İslâm olur, sonra imana kavuşur. Sonra ikana, marifet hâline, sonra ilim tecellisine, sonra sevgiye, sonra sevilmeye, daha sonra aramaya başlar. Daha sonra bunu da bı­rakır, artık aramaz, aranır. Artık bu kul, kemâl sahibidir, aklına aldı­ğını bırakmaz. Anmakta olduğu herhangi bir şeyi unutmaz. Gaflet uykusuna dalarsa uyandırırlar. Kötü bataklığa düştüğü zaman ikaz edilir. Herhangi bir emir tevdi edilirse yapar ve ikbal kazanır; daima konuşturulur, susması istenmez. Bu zât, her hareketinde ayıktır. Kalp aynası saf ve temizdir. Çünkü o daima kalbini kirlerden beri kılar. O zâtın dışına bakılsa derhal ruhundaki temizlik sezilir. Bu temizlik ona Peygamber’inden veraset yoluyla gelmiştir; dışı uyur, ama kalbi uyumaz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in gözleri uyurdu; ama kalbi her an ayık dururdu. Her yanı nur olmuştu. Önden geleni gördüğü gibi arkadan geleni de görürdü. Bu hâl herkese hâlince nasip olur. Hiç kimsenin hâli öbürüne uymaz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bu mâ­nayı şöyle dile getirdi: “Hiç kimse diğer kimse gibi ayık olamaz; karakter bakımından biri, diğerine uymaz.”

Şu var ki, büyük velîler ve varlığını Hak varlığına katanlar, hep birden, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den artan sofraya konuk olurlar. İçtiği ilâhi şarabın kalanıyla doyarlar. O ummandan bir katre, iç âlemlerini coşturmaya yeter. O keramet dağından tozan bir zerrecik varlıklarını yükseltmeye kâfi gelir. Çünkü bunlar, onun vârisleridir. Çünkü bunlar, O'nun yoluna canla başla girmişlerdir. O'na varlıkla­rını vererek yardım ederler. Her yolunu kaybedene, o büyük Peygam­ber’i (s.a.v) gösterirler.

Halka din ilmini öğreten onlar, her iyiliği yapan yine onlar olur. Allah'ın selâmı onlara olsun, sevgisi onlara olsun. Ayrıca o büyük zât­lardan, gelenek yolu ile kıyamete kadar fayda alanlara da olsun.

İman sahibi tecrübelidir. Zekidir. Onu kimse kandıramaz; dün­yayı işaretle çağırır. Yalandan sevgi gösterir, dünyanın her şeyine sahip olur. Kalbini kaptıracağı an hemen boşar; bir daha ona yakın olmaz. Sonra âhirete döner, onun tadını alır. Kalbini de az meyletti­rir; fakat sıkı bir bağlılık bulduğu an terk eder. Yaratan'dan beri ede­ceğini hissettiği dem kökten boşar. Âhiretin şöyle bir yanından tu­tar, dünyanın kucağına oturtur: “Hesabınızı beraber paylaşın” der ve farz ibadetlere döner. Hak Teâlâ'nın kapısına koşar. Otağını o katta kurar; her an o eşiğe başını koyar ve yatar.

İbrahim (a.s) Peygamber’in milletine uy. O dosttu. Ona selâm ol­sun. Önce yıldızla yetindi, sonra ayla, sonra güneşle. Bunların sönen hâllerine baktı: “Ben böyle sönücü şeyleri sevmem, gönlümü kaptıramam” de­di.

Onların Yaratıcı'sına döndü. Ve şöyle dedi: “Ben yüzümü yeri göğü yaratana, pak ve temiz olarak çevir­dim; ben müşrik değilim.”

İbrahim (a.s) Peygamber, Hak Teâlâ'nın rahmet eşiğine yat­maya devam etti. Hakk'ı talepte doğruluk gösterdi. O'nun bu hâlini Yaratan anladı; dolayısıyla kapılarını ona açtı. Kalp yolu ile rahmet deryasına girmeye izin verdi. Bütün varlığı ile o sevgili Peygamber ilâhî varlık âlemine alındı. Hak ondan hâlini sordu. Her hâlini çok iyi bildiği hâlde, bir de ondan dinlemek istedi. Sordu, söyledi; sordu söyledi. Konuşturdukça daha fazla sevdi, sevdirdi. Her çeşit süsleri ona yağdırdı. Ondan razı olduğunu bildirdi. Kalbine hikmetler dol­durdu. Kimsenin sezemediği bilgiler verdi. Dünya ile hâlini sordu ve hepsini terk etmek kudretine sahip kıldı. Dünya ve âhiret ile yeni bir anlaşma yapmayı emretti. Bu arada dünya için, Peygamberi’ne eziyet etmemeyi şart koşturdu. Âhirete de aynı şartı bildirdi. Her iki­si için, o sevgili Peygamber’e hizmeti söyledi ve şarta ilâve etti.

Dünya ve âhiret o Peygamber’i sevdi, eziyet etmedi; kısmetini ke­sintisiz gönderdi. O Peygamber ise her şeyi aldı, yerinde kullandı; Hak Teâlâ'ya hizmet yolunu tuttu, kalbi daima Hak katında durdu. O Hak hem Aziz hem de Celil'dir. Zat-ı İlâhî'den gayri her şeyi kalbinden beri kıldı. Bu hâl, onu hür olan bir köle eyledi; yalnız Allah Teâlâ'nın kulu oldu; başkalarına köle olmaktan kurtuldu. Yerde ve gökte ne varsa boşadı. Hiçbir şey ona sahip olamadı. Ama o her şe­yin sahibi oldu: Çünkü mülkün sahibini sevdi. Mülkün sahibi de onu sevdi. Öyle bir şey oldu ki, ona yalnız şah sahip çıktı. Her kapı ona açıldı. Kapıcı ona mani olamadı. Perdeci ona perde kapayamadı.

Ey evlat! Allah yolcularının kölesi ol. Dünya ve âhiret onlara hizmet eder; her ikisi de onların emrine hazır durur; istedikleri an dilediklerini yaptırırlar. Hak Teâlâ'nın izni ile arzu ettiklerini alır­lar.

Onlarla olunuz. Size dünyadan suret, öbür âlemden ise mâna verirler.

Allah'ım, o büyük insanlarla aramızı bul. Aramızda olan ayrılık farkını bize anlat. Dünya ve âhirete dair görüşlerimizi birleştir. Âmin!

Top