Muridan
Halk İçinde Hakk İle Olmak

Halk İçinde Hakk İle Olmak

Hâlık olan; Yaratan Allah (celle ve a‘lâ) ; kâinat bahçesini ve o bahçeyi ekip biçecek, faydalanacak insanı yarattı. İnsan; Özü itibariyle rûhlar ve melekler âlemine; bedeni itibariyle kâinâta mensup bir varlık olarak yeryüzünde gezdi dolaştı. Çoğaldı, yayıldı renk renk... Her bir insanda değişik bir âhenk...

   Melekler âlemindeki yerini ve kendini yoktan var eden Aziz ve Kâdir olan Allah'ı (celle şânühû) ve O'nun katındaki yakınlığını unuttu. Rahmeti sonsuz olan Allah (c.c) kullarının içinden özel kullar seçti... Dünya hayatının süsüne bakarken uyuyakalmış kullarına Elçiler gönderdi. Elçilere kendi sözlerini indirdi... Kendisini unutan kullarına manevî âlemi hatırlatacak hitaplarla hitab etti. Bu hitap ve davet tesiriyle daldığı uykudan ve tozpembe rüyadan uyananlar da oldu; davete ve hitaba kulak tıkayıp uykusuna devam edenler de oldu. Rabbimiz (c.c) buyurdu ki:

“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır. (Âl-i İmrân, 3/14)

Tasavvuf lisanında “Vahdette kesret-Kesrette Vahdet” (Sayısız yaratılmış içinde Bir olan Yaratanı unutmamak, Yaratan ile meşgulken de halk içinde yaşamını sürdürmek) olarak tanımlanır... Halk içinde Hakk ile olmak ifadesi insanın bu dünyada nasıl bir yaşam sürmesi gerektiğini de bizlere özetlemektedir.

Bu kadar yaratılmış olanı kendisine perde etmeyip, ayna eden kimse, yaratılmışlar aynasında o mahlukları Yaratan, rızıklandıran yaşam ve ölüm sunan Allah'ı görür.Böylece her an kendisiyle olan,kendisini gören, yaptığı gizli-açık herşeyden haberdar olan Allah'ı unutmaz. Yaşamında da bu doğrultuda ameller işler.Yaratılmışı Yaratana perde etmez...İnsanlara dalıp Allah'ı unutmaz...İnsanlar ölür, Allah ölümsüzdür...Bu dünya bir çeşit Karagöz -Hacivat oyunu gibidir ki yokluk perdesinde sûretleri oynatan vardır. Orda oynayanı değil de perde arkasındaki Zâtı görmek gerçek gayedir...Gerçek olanı değil de perdede oynayan sûretleri görenler, perde ortadan kaldırılınca çok nedamet duyarlar. El kârda gönül Yâr da olsun...

“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah'ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.” (FATIR/5)

Toplum düzeni, elektrik direklerine kameralar yada işyerlerine alarmlar koymakla sağlanamaz. Sadece çevreye zarar veren kişiler belki bir nebze bastırılır. Allah'ın kendisini gördüğünü bilmesi, İlahi kamerayla takipte olduğunu unutmaması kişinin gerçek vicdani kamerasıdır. Lâ-teşbih İlâhi kamera öyle bir kameradır ki o kamera bozulmaz, en gizliyi görür, her an kayıttadır. Silinmez, görmediği hiçbir yer olmaz.

Allah görüyor dâim, gâfil olma bundan

Menkıbe geldi, dinle kardeşim candan...

Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri (kuddise sirruhu), üstadı Üftade (k.s.) Hazretlerinin hizmetinde daha ilk yıllarında talebe iken birçok talebe arkadaşlarının arasında, üstadının yanında ayrı bir yeri vardı. Üftade Hazretleri, müridleri arasında en çok onunla ilgilenir, birçok iltifatlar eder ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi. Üstadın o talebesi ile, fazla meşgul olmasını etraftan hissedenler ve birçok talebesi çekemezler ve Üftade Hazretlerine derler ki: — Biz de talebeyiz, onun bizden ne farkı var?. Talebelerin ve bazı müridlerin bu halini sezen Hazreti Üftade, onları imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırdı, ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip: — Bunu, gidip kimsenin görmediği bir yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım, keserken kimsenin sizi görmemesi ve yalnız olmanızdır. Kim daha çabuk gelirse, benim en çok takdirimi o talebem kazanmış olur, buyurdular. Bıçakla tavuğu alan talebeler sür'atle etrafa yayıldılar ve kendilerine göre, gizli birer yer bularak kesip getirdiler. Fakat o hakkında dedi-kodu yaptıkları, «Onun bizden ne farkı var» dedikleri talebe, hayli zaman olmasına rağmen ortalıklarda yoktu. Erken gelenler, kendi aralarında konuşuyorlardı:

— Hocanın huzuruna çıkmaya yüzü yok ki, kesip de gelsin. Kim-bilir şimdi nerelerde dolaşıyor, diyorlardı.

O talebe, hayli zaman sonra elinde canlı tavuk olduğu halde kesmeden çıkıp geldi. Tavuğu kesip gelenler ona gülmeye başladılar:

— Bir tavuğu kesmeyi becerememiş, diyorlardı, kendi kendilerine.

Üftade sordu:

— Herkes kesip geldiği halde, sen nerede kaldın? Hep seni bekliyoruz. Bu zamana kadar nerdesin? diye...

O zaman daha talebelik yıllarını yaşamakta olan, daha sonra büyük bir mürşid olacak olan Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, şöyle cevap verdi:

— Efendim, sizi beklettiğim için ayrıca özür dilerim. Lâkin ben, nereye gitti isem beni kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım. En kapalı bir yer dahi bulsam, iyi biliyordum ki Allah (c.c) beni mutlaka görüyordu. Ve böylece, ordan oraya ordan oraya koştum, sizin emrinizi yerine getiremeden geldim, dedi.

Tabii bu hâdiseden sonra, anladılar diğer talebeler, hocasının neden en çok onu sevdiğini ve onunla daha fazla niçin alâkadar olduğunu ...

Başlarını önlerine eğip hata ettiklerini anladılar. Çünkü Allah'a gizli olan hiçbir mekân ve zaman yoktur.

Hakk Teâlâ (c.c) buyurdu ki:”Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. “ (Hadid sûresi 4. âyet)

Bunca çokluk içinde Bir ve Tek olan ezeli ve ebedi Allah'ı görenler, her an O'nun huzûrunda yaşayanlarla; O'ndan habersiz olan gafillerin durumu şudur : Gözünü açıp, Güneşin ışığında dünya hayatını devam ettirerip güzel bir şekilde düşüp takılmadan, sağa sola çarpmadan yaşayanlar... Ve bir de inadına gözlerini yumup “Güneş yoktur “ diyerek sağa sola çarpmak uğruna Güneşi inkar edenler,karanlıkta yaşayanlar...Hangi taraftan olmak güzeldir? Üç günlük dünya hayatına aldanıp sonra ebedi ceza ve mahrumiyet mi ; yoksa dünyada helal nimetlerden faydalanıp, Allah'ın emirleri doğrultusunda yaşayıp ahirette de ebedi huzur ve saadet mi? Burada güneş Allah'ın dinidir, dinini tebliğ eden örnek İnsan ise Hazret-i Peygamberimiz (s.a.s)'dir... Bu dünya vardır ama bu dünyayı Bir Yaratan da vardır. Bu dünya doğum ölüm, yeme içmeden ibaret değildir. Bir tarladır bu dünya, ki burada ne ekersek ahirette onu bulacağız.

“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir” (Hadid sûresi 9.ayet)

Top