Muridan
İlim ve İnsaniyet Sırrı

İlim ve İnsaniyet Sırrı

Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem-: “İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir.” buyurmuştur. İnsanın yaratılışının başlangıcında, kendisinin yeryüzü hilâfetine liyakati, ilimle ortaya konulmuştur. Bu itibarla insanın insaniyet şerefi ile ilim arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Meleklerin kendisine boyun eğip saygı duyması da onun ilmine bağlanmıştır. Öyleyse ilim, kişiliğin itibar ve saygı görmesinde ve daha ötede varlık üzerindeki tasarruflarda belirleyici bir iktidar vesilesidir.

 
İlim/bilgi, eşyanın/varlığın hakikatleriyle kavranmasıdır. Kur’an’da ‘ilm kelimesi, zannın (kanaatin), tutarsız sahte bilginin zıddı olup tam olarak istikrar kazanmış sağlam bilgi anlamındadır. Bu da öncelikle başkasından değil, doğrudan doğruya Allah’ın vahyinden alınan bilgidir. Kelimenin tam manasıyla sağlamdır, haktır. Çünkü tek gerçek varlıktan gelmektedir. Kur’an, ilmin kaynağı olarak genelde Allah’ı gösteriyorsa da kendisine bahşedilen fıtrî kâbiliyetler sayesinde insanın elde ettiği bilgiye de ‘ilm denilebileceğine işâret etmektedir. Kur’an’da insana bilgi edinme yolları olarak kulak, göz ve gönül gibi vasıtaların lütfedildiği bildirildiğine göre1 bunlar aracılığı ile doğru ve güvenilir bir şekilde elde edilen bilgilere de “ilm” adı verilebilecektir. Zira kâinatta varlığı bildirilen âyetler, ancak bu vasıtalar ile görülüp anlaşılabileceğinden, sıhhatli duyu ve yeteneklerin verdiği, deney, tecrübe ve müşâhedeye dayalı sonuçların -hepsi olmasa bile hiç değilse bir kısmının- ‘ilm’ olarak isimlendirilebileceği açıktır. Fakat farklı yollardan elde edilen bilgiler, ilâhî bilgiye uyumlu değilse, Kur’an’a göre bu çeşit bilgiler zan derecesine iner ve bu da, hakikat nâmına hiç bir şey ifade etmez2.
 
“Bilenlerle bilmeyenler, hiçbir zaman eşit olmayacaklardır”3. Zira ilim, insanı sürekli büyüten, geliştiren, şerefini artıran ve gücüne güç katan bir değerdir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
 
“…Allah, içinizden îman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş bulunanları derecelerle yükseltir de yükseltir.” (Mücâdele Sûresi, 11)
 
Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- de:
 
“İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir.” buyurmuştur.
 
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescide girince halka hâlinde oturmuş iki grupla karşılaşır. Gruplardan biri Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyordu. Diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Bunu gören Nebiyy-i Muhterem -sallâllâhu aleyhive sellem- Efendimiz:
 
“Bunların hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyorlar. Allah dilerse onlara (istediklerini) verir, dilerse vermez. Şunlar da ilim öğrenip öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim.” buyurarak hemen ilimle meşgul olanların yanına oturdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
 
Kur’an, daha ilk inen âyetlerde “insana bilmediği şeyleri öğretenin” Allah olduğunu bildirmiş ve bu bilginin vasıtalı ya da vasıtasız olabileceğine işaret ederek onu ilme ve okumaya teşvik etmiştir4. Daha sonra muhtelif âyetlerde de bu gerçek pekiştirilerek, küllî “bilginin Allah katında olduğu”5 ve “insana pek az ilim verildiğinden”6 bahisle, insanın Allah’tan gelen ilme körü körüne karşı çıkmak yerine ona tâbi olması ve elde etme yönünde gayret ve niyazda bulunması vurgulanmıştır.
 
Yüce Rabbimizin insandan murâdı da, ilim sermayesine mazhar olmuş ve ilmin izzet libasını üzerinde taşıyan, yeryüzünde O’nun adına şerefli bir hilâfeti temsil eden, aziz bir varlık olmasıdır. Öyleyse ilim, insaniyet mayası, şiarı ve ziynetidir.
Hazret-i Peygambere yönelik “De ki Rabbim ilim bakımından beni artır”7 emri, dikkat çekicidir. Zira Kur’an’a göre ilim, takvâ ve haşyet sebebidir8. Yani kulu daha duyarlı, daha şuurlu, Hak ve halk nazarında daha itibarlı ve mesuliyet sahibi bir kişilik yapısına taşıması gerekir. Ayetteki ifadeyle, insanı artırıp geliştirmelidir. Şâyet ilim, kişiliğe etki etmemiş, ona fayda vermemiş ise sahibi zâhiren bilgili de olsa Kur’an’a göre kitap yüklü merkepten farkı yoktur9. Ona ancak sûreta âlim denilebilecektir. Çünkü benliğe işlememiştir. Bu yönüyle o bir yüktür; hem de kişiliği aşağılara çeken, yoran ve merkepleştiren bir yük. İlmin elde edilmesinde göz ve kulak gibi duyular yoluyla kazanımlar önemlidir; ancak Gazzalî gibi âlimlerin ifadesiyle bu nevi bilgiler, çoğu zaman bulanık bilgilerdir.
 
Belli bir kanaate ulaşmada yardımcı iseler de kesin bilgiye nadiren eriştirebilirler. Bu seviye bile asla küçük görülmemeli, bu alanda da ilmi artırma teşebbüslerinden hiçbir zaman gafil olunmamalıdır. Arınmış gönüllere lütfedilen ilham, idrâk, şuur, firâset ve basiret merkezli irfânî bilgiler ise ârifler nazarında çok daha kıymetli bilgilerdir. Bu çeşit bilgilerin, kişiliği insaniyet mertebesine daha kısa yoldan ulaştıracağı ifade edilmiştir. Bunu elde etmek için de benliğin arınması ve kalbin tasfiye edilmesi önemsenmiştir.
 
İlmin elde edilme yollarından birini diğerine tercih edip, diğerini tamamen ihmal etmek doğru değildir. Bu itibarla, Allah’ın kuluna ilim edinme nimetleri olarak lütfettiği, göz, kulak ve gönül imkânlarını var gücümüzle değerlendirmek, kendimize yapabileceğimiz en önemli yatırımdır.
 
Tarihin sayfaları incelenecek olursa görülür ki, ilme öncelik vermiş kişi ve toplumların, daima diğerlerinin önünde ve öncülüğünde olduklarını görürüz. Meleklerin Âdem –aleyhisselâm-’a secde ettirilmesi, ilmi kuşananların varlıklar âleminde itaat edilen efendiler olacağına en büyük işârettir. Yüce Rabbimizin insandan murâdı da, ilim sermayesine mazhar olmuş ve ilmin izzet libasını üzerinde taşıyan, yeryüzünde O’nun adına şerefli bir hilâfeti temsil eden, aziz bir varlık olmasıdır. Öyleyse ilim, insaniyet mayası, şiarı ve ziynetidir.
 
1- en-Nahl 16/78; el-İsrâ 17/36.
2- Yûnus 10/36. 
3- Ez-Zümer 39/9. 
4- el-‘Alak 96/4-5.
5- el-Ahkâf 46/23; el-Mülk 67/26. 
6- el-İsrâ 17/85.
7- Tâhâ 20/114. 
8- Fâtır 35/28. 
9- el-Cüm‘a 62/5.
 
***
Dr. Adem Ergül

Top