Muridan
Prof. Dr. Mustafa Kara ile Tasavvuf Konulu Söyleşi

Prof. Dr. Mustafa Kara ile Tasavvuf Konulu Söyleşi

Ülkemizde de "Mürşit" konumundaki insanların kişiliğine yönelik tartışmalar dikkate alındığında mürşidin hem gereği gereksizliği, hem de aranan vasıflar üzerine neler söylersiniz? Tasavvuf klasiklerinin üzerinde en çok durduğu konuların biri de mürşittir. Çünkü tasavvufi hayatın merkez kişisi mürşittir. Tasavvufi hayatı oluşturan, güzelleştiren, derinleştiren kişi mürşittir. Dolayısıyla tasavvufa mürşit merkezli bir hayat denilebilir. Mürşit kimdir sorusuyla ilgili olarak saatlerce konuşulabilir. Ama bizim tasavvuf klasiklerinde yer alan bir tarif hemen aklıma geliyor; " Mürşit; kişiyi Allah'a, Allah'ı da kişiye sevdirendir." İşin özü budur. Kur'an-ı Kerim'de de benzer bir ifade var. Müminlerin vasıfları sıralanırken "Allah onları onlar da Allah'ı severler" şeklinde.

Mürşit kişiyi Allah'a nasıl sevdiriyor?

Kişinin gönlünü terbiye ve tezkiyeye tabi tutarak Allah'ı sevebilecek bir gönüle sahip kılıyor onu. Bu nasıl oluyor? Sufilere göre bunun da basit ifadesi ile cevabı şu; "İç dünyamızdaki hastalıkları yok etmekle". İç dünyamızdaki hastalıklar nelerdir? Gönül dünyamızı kemiren hastalıklar da diyebiliriz bunlara. Nedir bu hastalıklar? Meselâ kibir. Mutasavvıflara göre Allah'ı sevmek istiyorsanız veya Allah'ın sizi sevmesini istiyorsanız kibirli olmayacaksınız. Kindar, cimri, riyakar, hırsla dolu olmayacaksınız. Bu hastalıklar dolu gönülle Allah sevilmez Allah da bu gönülü sevmez. İşte mürşidin fonksiyonu burada hem bunları insanlara öğretiyor hem de fiilen yaşıyor.

Tasavvuf kültürü dediğimiz zaman aklımıza sevgi geliyor değil mi? Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli denilince aklımıza sevgi geliyor. Niçin? Çünkü mürşit olan bu insanlar gönüllerini hastalıklardan temizlemişlerdir. Dünya ile menfi anlamda bir alış verişleri kalmamıştır. Tabiatıyla kindar olmayan, kibirli olmayan, haset, şehvet gibi hastalıklarla malul olamayan bir insanın yapacağı şey sevmek ve başkalarına sevgiyi öğretmektir. Yani bunu hem söylemişler hem de yaşamışlar. Yaşadığı için siz de bunu örnek alıyorsunuz

Zaten tasavvuf bir insan eğitimidir. İnsanın iç âleminin eğitimidir. Yani insan ruh ve bedenden meydana geldiği için "riyazat-ı bedeniyye" dediğimiz beden eğitimine bir de "riyazat-ı ruhiyye" dediğimiz ruh eğitimine ihtiyacı var. Gayet tabi tasavvuf bir ruh eğitimidir. Onun için mühimdir. Onun için toplumda her zaman varolması gereken bir sistemdir. Biz tasavvufa karşı olalım olmayalım, bugünkü pedagojiyle uğraşanların mutlaka okuması, incelemesi gereken konulardan biridir tasavvufi kültür. Çünkü o da bir tarz insan eğitimidir. Fakat bütün insanlar bu tornadan geçsin demiyorum. Gerçekten tasavvuf erbabı çok enteresan teknikler bulmuşlardır bunlardan istifade etmemek akıl kârı değil. Meselâ insan eğitimi çok önemli bir şey diyoruz. ilim elde etmek, alim olmak lâzım diye insanları teşvik ediyoruz. İnsanlar da çalışıyorlar, okuyorlar, alim oluyorlar, arif oluyorlar profesör oluyorlar. Fakat bakıyorsunuz profesör olmuş ama baştan aşağıya kibir dolu. Hırs dolu, şehvet dolu. Bu ne getirir insana? Bu insan eğitimi değil. Bu fevkalade eksik insan eğitimidir. Eğer ilim mahfilleri böyle bir insan üretiyorsa bu fevkalade mahzurlu bir eğitimdir. Dolayısıyla tasavvuf erbabı insanı eğitmek için çok enteresan teknikler bulmuşlardır derken bunu kastediyorum. İslâm'da da ilim, amel, ahlak münasebeti derler, yani üçünü bir araya getirmek gerekiyor. Yoksa kuru bir takım bilgiler insanı bir yere götürmüyor. İç âlemimiz önemli, dış görünüşümüz değil.

Tasavvuf Tarihi öğretim üyesi olarak tasavvuf adına bir özeleştiri yapsanız, nelerin altını çizersiniz? Yani tasavvuf alanında hem düşünce hem pratik alanında gördüğünüz aksamalar neler? Belki bu değerlendirmeyi, yaşadığımız çağın getirdiği malzemeler açısından da yapmak gerekiyor. Ne düşünüyorsunuz? Tasavvufun misyonu sürüyor mu?

Baştan beri ifade ettiğimiz gibi tasavvufun misyonu sürüyor ve bundan sonra da sürecek. İnsan fıtratı değişmediği sürece bu kıyamete kadar da sürecek. Ama bu ihtiyaca yeterince cevap verebilecek miyiz? Bu susuzluğu giderebilecek tatlı pınarları insanlara sunabilecek miyiz? Bu noktada açıkçası benim şüphelerim var. Çünkü illegal bir hayatta seviye kat etmek fevkalade zordur. Ama bu ihtiyacın yok olmayacağını düşünüyorum.

Tasavvufla ilgili olarak bazen menfilikler aklımıza geliyor. Menfilikler her zaman var ve istismarcılar her zaman söz konusu. Hiçbir zaman eksik olmadı. Tarih boyunca olduğu gibi şimdi de var. İstismarcıların tuzaklarına düşmemek için her zaman dikkatli olmak gerekiyor. Ama tasavvufi hayatla irtibatlandıracak en azından okuyan yazan kesimi bir şekilde irtibatlandıracak güzel şeyler de var. Mesela kitaplar, dergiler var. Tasavvuf kültürünü bizlere aktaran az da olsa kişiler var. Bunları da müspet gelişmeler.

Çağdaş dünyada müthiş bir ekonomik yarış var. Bu ekonomik yarışta tasavvufa yönelik şöyle bir eleştiri getiriliyor: Tasavvuf insanı pasifleştiriyor, dünyadan el etek çektirtiyor tarzında. Tasavvuf insanı gerçekten pasifleştirir mi?

Tasavvuf insanı pasifleştirmez. Bu kesin. Hiçbir zaman tasavvuf insanların dünyadan el etek çekmesini istememiştir. Hiçbir tasavvuf kitabında dünyadan el etek çekiniz diye bir emir yoktur. Bu sadece çok kısa zaman dilimleri için geçerlidir. Bunun tasavvuf kültüründeki karşılığı halvettir. Kesinlikle dervişler hayattan kopmazlar. Yani dervişler çalışır, çalışma hayatının içindedir. Fakat niçin böyle bir kanaat oluşmuş durumdadır? Çünkü bugünkü düzen kapitalist bir düzen olduğu için kapitalist insanın hırsına bakılarak normal hayatını sürdüren insan pasif görülüyor. Aslında burada izafi bir pasiflik vardır. Günümüzün dervişleride böyledir. Bugün çalışmayan hiçbir derviş yoktur.

     

Son olarak, Batı'da gerçekleşen İslâmlaşmalarda tasavvuf üslûbunun çok etkili olduğu görülüyor. Nedir bunun sebebi? Ya da neden İslâm'ın başka tebliğ tarzlarından daha etkili oluyor tasavvufi söylem?

Tasavvuf gönül medeniyetinin kurucusudur. Tasavvuf insana gönülden, gönlüne hitap eder. Aklına, bedenine, kıyafetine değil. İnsanın gönlüne hitap ettiğiniz zaman onu en can alıcı yerinden yakalamış oluyorsunuz. Dolayısıyla Batı'da bir arayış içinde olan insanların doğrudur hemen hepsi tarikata intisap ediyorlar. Niçin çünkü tasavvuf insanî çerçeveden mesajını sunuyor. Meselâ önce namaz kıl, oruç tut demiyor. Daha üst çerçeveden bakıyor insana. Ve insan olduğu için onun kalbine, hislerine hitap ediyor.

O üst çerçevede neler var?

O üst çerçevede insanî güzellikler var. Yani sevgi var, bir şeyi karşılıksız yapma var. Muhabbet var. Tevazu var. Alçak gönüllülük bana göre gönülleri fetheden fevkalade önemli bir mekanizmadır. Sade yaşamak var. Tebessümlü olmak var. İşte onları fetheden bunlardır. Kapitalist dünyanın mahvettiği insan aslında tebessüm arıyor. Maddi bir ilişkiye dayanmayan bir dostluk arıyor. Arayış içinde olan insanlar bu ışığı görüyor ve geliyor. Bakıyor ki yemesiyle, içmesiyle, giyimiyle kuşamıyla mütevazı bir hayat. Fıtratında da olunca hemen teslim oluyorlar. Bu arada bir başka gerçeği de söyleyelim; arayış içerisinde olanların bir kısmı da uzak doğu mistisizmine kayıyorlar. Tabi burada Batıdaki İslâm imajı da önemli. Menfi İslâm imajı Batıya şırınga edildiği için İslâm'a yaklaşmak yerine Budizme vs. kayanlarda olmakta.

Tasavvuf, kul ile Allah arasına girmek anlamına bir tür ruhbanlık mıdır? İslâm ruhbanlığa izin vermediğine göre tasavvuf buna izin verebilir mi?

"Ruhbanlık" kelimesi rayından çıkartılmış bir kelimedir. Özellikle cumhuriyet döneminde "İslâm'da ruhbanlık yoktur" cümlesini alarak "İslâm'da din adamlığı, din rehberliği yoktur" cümlesine çekilmiştir zorla. Halbuki hadisteki "İslâm'da ruhbanlık yoktur" farklı anlamdadır. Tabi ki İslâm'da Allah ile kulu arasında Hıristiyanlık anlamında bir ruhbanlık yoktur. Fakat bir terime dikkat çekmek isterim. Allah ile kul arasındaki kişiye yani peygambere elçi diyoruz. Elçi ne demek? Bir şey ile diğer şey arasındaki vasıtadır. Yani burada "Allah ile kul arasında kimse yoktur" derken peygamberin fonksiyonunu ihmal etmemek lâzım. Dolayısıyla bu şu gerçeği ortaya koyuyor; insanı Allah'a doğru sevk eden bir rehbere ihtiyaç vardır. İnsan bu rehbere muhtaçtır. Bunun en büyük temsilcisi tabi ki peygamberlerdir. Peygamberimiz bu anlamda bize rehberlik yapıyor. Bizim elimizden tutuyor gitmemiz gereken istikameti gösteriyor. Evet biz yürüyeceğiz ama yolu gösteren O'dur. O'ndan sonra rehber olarak peygamberin varisleri yani alimler ve arifler vardır. Alimlerin görevi tabi ki aracılığı Hıristiyanlık anlamında Allah adına tövbeleri kabul eden bir şube olmak değil kesinlikle. Fakat insan kendisini Allah'ı tanıtan O'nu sevdiren bir alime bir arife bir mürşide muhtaçtır. Yani hiçbirimiz annemizden doğduğu zaman 32 farzı bilmiyorduk. Namazı, orucu bilmiyorduk. Birileri bize bunu öğretti ve Allah'ı tanıttı diye bir aracı sınıf mı oldu bu insanlar? Hayır ama rehberdir, mürşittir.

Muhterem hocam değerli vakitlerinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Altınoluk Dergisi´nden alıntı yapılmıştır.

Top