Muridan
Beşeriyetin İhtiyaçları İlim ve Kur´an-ı Kerîm

Beşeriyetin İhtiyaçları İlim ve Kur´an-ı Kerîm

Müslümanlar olarak bizlerin Kur’ân-ı Kerîm ile âşina olmamız daha küçükken başlar. Doğunca ilk defa kulaklarımıza ezan okunmuştur. Annelerimizin babalarımızın ağızlarından ilk duyduğumuz şeyler Kur’ân-ı Kerîm’in ayetleri olmuştur. İlkbaharda kuşların cıvıl cıvıl ötüşü gibi bizlerin köyümüzde, şehirlerimizde, mahallelerimizde cami imamlarının karşısına geçip ilk hecelediğimiz sözler Kur’ân-ı Kerîm’in mübarek lafızları olmuştur.

 

Aklımız erer bir yaşa geldiğimizde hastalarımızın başında Kur’ân-ı Kerîm’in okunduğunu gördük. O zaman bunu o çocuksu düşüncelerimizle anlamaya çalıştık.

Sessiz bir gemi gibi, misafirhane olan şu dünyadan omuzlar üzerinde taşınan tabutların durak yerleri olan kabirlerde, üzerlerine serin serin topraklar örtülürken Yâsînler okunduğunu ibretlerle gördük.

Doğuşumuz Kur’ân’la başlayıp, ölüşümüze kadar muhtaç olduğumuz Kur’ân-ı Kerîm…

İşte ona her an ve her zaman muhtacız. Bu yazımızın da konusu bu;

Beşeriyetin ihtiyaçları ve Kur’ân-ı Kerîm…

Kur’ân-ı Kerîm Cenâb-ı Allah’ın kelâmıdır. O kitabın büyüklüğünü de yine en iyi o anlatmaktadır.

“Ne yücedir O Allah ki, bütün âlemlere bir nezir olsun diye kuluna furkanı indirmiştir.” (Furkân sûresi, 1)

Bu indiriliş hemen bir anda olmamıştır. Kur’ân ayetleri yavaş yavaş zaman ve zemine göre peyderpey nazil olmuştur.

İsterseniz buna kısaca bir göz gezdirelim.

Cenâb-ı Allah’ın birçok Peygamberlerine gönderdiği Mekke şehri ve bu şehir de ilk mabed olarak tesis edilen Kâbe. O devirde içi putlarla dolu.

Her yerde olduğu gibi şehirde de huzur kalmamış. Ahlâksızlığın her çeşidi mevcut olan bu peygamberler şehri, kendisini bu rezaletten kurtaracak olana bağrını açarak intizar etmektedir.

İmandan mahrum olan insanın ne kadar acayipleştiğine bakınız!

Kâbe’de 360 tane put ve bu putlara kurtarıcı bir ilâh gözüyle bakıp tapınan bir sürü insan!

Bu zavallıların hallerine acıyan, gülünç vaziyetlerine ibretlerle bakan bunun için geceleri uykuları kaçan ve senenin muayyen günlerinde bir aylık inzivaya çekilen Hz. Muhammed (s.a.s.)…

O mağarada ibadetle meşgul olur, ibadetten sonrada tefekküre dalardı. Böyle bir halde iken O’na Cebrail (a.s) gelerek “Oku!” demiş, O da titrek bir sesle “Ben okuma bilmem!” demişti. Bunun üzerine melek onu kucaklayıp şöyle yukardan aşağıya takati kesilinceye kadar sıktı ve tatlı bir ahenkle:

- Oku, dedi.

- Ben okuma bilmem, diye cevap verdi. Sesin sahibi yine aynı şekilde onu baştan aşağıya bir sıktıktan sonra,

- Oku, dedi. Üçüncü defasında:

- Ne okuyayım, deyince meleğin sesi yükseldi.

“Oku, yaradan olan Rabbinin ismiyle oku! O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku, kalemle öğreten Kerîm Rabbin aşkına oku! O insana bilmediklerini öğretti.” (‘Alak sûresi, 1-5)

Hz. Peygamber de aynı kelimeleri tekrarladı. İşte Yüce Kitabımızın inişinin başlangıcı böyle olmuştur.

Kur’ân’ın tabiriyle eşref-i mahlûk olarak yaratılan insanoğlunun birçok ihtiyaçları vardır. Yemeye, içmeye, dinlenmeye, neslini devam ettirebilmesi için evlenmeye ve insanların arasında muamelelerini sağlıklı biçimde yürütmeye muhtaçtır.

Bu sebepledir ki hayat ile Kur’ân’ın sıkı münasebetleri vardır. Dünyada insanca yaşamak isteyenler, kalplerini ve kafalarını Kur’ân’ın nuruyla nurlandırmak mecburiyetindedirler.

İnsanın şu sorulara cevap vermesi lâzımdır.

* Bu cihan nedir, buraya nereden ve ne için geldim?

* Şu ömrün hakikati ve mahiyeti nedir, bunun sonu ne olacaktır?

* Başlarımıza niçin ölüm fırtınası kopuyor. Toprak altına yapılan bu sevkiyatın manası nedir?

* Hakiki saadete götüren ve bunu temin eden şey nedir?

* Yani, kimin nesiyim, nasıl yaşamalıyım, ne için ölmeliyim?

 

İnsanların ihtiyaçları başlıca iki çeşittir.

1. Maddi ihtiyaçlar, bedene ait olanlar

2. Manevi ihtiyaçlar, ruha ait olanlar

 

İnsan bu ihtiyaçlarını tatmin etmek ister. Bu bakımdan tatmin olunma keyfiyyeti, insanın ilk ve son hayat ihtiyacıdır. Çünkü insan için hakiki saadet aklen, hissen ve bedenen tatmin olunmasında gizlidir.

Akıllar itikadî hakikatlerle, hisler ahlaki güzelliklerle, bedenler şer’i ahkâm nurlarıyla itmi’nan kazanır.

Bu Kitâb-ı Mübîn insanlığın her ihtiyacına cevap verecek bir özelliğe sahip olarak indirilmiştir. İçinde bulunduğumuz şu ortamda şikâyet edilen hususlar çok olmasına rağmen, şu kısa yazımızda sadece bir kaçına işaret ederek Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği çareleri görelim.

 

 

Anarşi Ve Adam Öldürmeler

Dinimiz insana ayrı bir yer ve kıymet vermiştir. Başkasının kanı, malı, namusu her türlü tasalluttan korunmuştur.

1. Anarşi, adam öldürmek

2. Faiz

3. Alış-verişte doğruluk, birbirini aldatmamak

4. Zina, ahlâksızlık

5. İçki, kumar

6. İyi komşuluk münasebetleri tesis etmek

7. Yalan iftira ve dedikodu

 

Kur’ân-ı Kerîm tilavet etmek, Cenâb-ı Allah’a yaklaştıran en sevimli ibadetlerden olup okuyanın bundan gerektiği gibi bir fayda temin edebilmesi için bazı âdâblara uyması, güzel sıfatlarla bezenmesi lazımdır.

Bunlar da:

1. Gusül abdesti olması icap edenin gusletmesi, abdesti olmayanın abdest alması gerekir. Abdestsiz olanın ezberinden okumasında veya açık bulunan Mushaf’a elin değdirilmeden okunmasında bir beis yoktur.

Cünüb olan erkeğe ve hayız olan kadına Kur’ân-ı Kerîm okumak haramdır. Velev ki bir ayet bile olsun okunamaz. Yalnız bunların Kur’ân-ı Kerîm’e el değdirmeden sadece bakmaları caizdir.

2. Misvak kullanmak. Ağızlar Kur’ân-ı Kerîm okunan mahaller olduğu için temiz tutulmalıdır. Efendimiz (s.a.v.):

“Sizin ağızlarınız Kur’ân okumak için yollardır. O yolları misvak ile temizleyin” buyurmuşlardır.

3. Kur’ân okurken kıble cihetine yönelmek ve en iyi elbisesini giymek, güzel kokulardan sürünmek, huşu ve vakar içinde oturmak. Ama bir kimsenin ayakta okuması, yürürken okuması da caizdir.

4. Kur’ân okuduğu yer gayet temiz olmalıdır.

5. Kur’ân okumaya “eûzu besmele” ile başlaması.

6. Okurken yorgunluk alametlerinden olup, Kur’ân okuma neşesine mâni olan esneme gibi bir hal zuhur ettiğinde tilâveti kesip, esnemesini beklemelidir.

7. Her ayetin emir ve nehiylerinde gizli olan ince manaları tedebbür ederek, içine sindire sindire okumak. Bu esnada nefsini muhasebeye çekmesi, onu kınaması ve zelil görmesi.

Bir rahmet ayeti geçince sevinerek Cenâb-ı Allah’tan rahmet ve merhamet dilemelidir. Bir azap ayeti geçince kalbi yumuşamalı, korkmalı, titremeli,  o azaptan Cenâb-ı Allah’a sığınmalıdır.

Dua ile ilgili ayet geçince tazarru dua etmeli... Ve bunun gibi Kur’ân-ı Kerîm’de geçen diğer hususlara göre münasip olan tavrını almalıdır. Ayetlerden öğüt almak için, onlardaki manaları düşünmek ve daha iyi anlamak gayesiyle ayetlerin tekrar tekrar okunması da müstehabdır.

8. Okurken huşû’u bozmamak, gözyaşı dökmek ve korku içinde olarak kalbin huzur içinde olmasını sağlamak, Kur’ân’a hürmete mâni olacak hareketlerden, gülmek, zaruret olmadan tilâveti kesmek gibi durumlardan sakınmak gerekir.

9. Tilâvette teenni ile tertil üzere okuyup tecvide riayet ederek, kelâmın manasının bittiği yerlerde durmak, manayı tamamen ters çevirecek, bozacak duruşlardan sakınmalıdır.

10. Güze bir sesle, teganniye kaçmadan okumak.

11. Kur’ân’ı dinleyenlere gelince onlar da Kur’ân’a kulak vermelidirler. Gürültü patırtı yapmadan ondaki ince manaları derinden derine düşünmelidir. Çünkü Cenâb-ı Hakk “Kur’ân okunduğu zaman can kulağı ile dinleyiniz ve susunuz. Umulur ki siz (bu sayede) merhamet olunursunuz.” (A‘râf, 204)

Kur’ân dinlemek de tıpkı okumak gibi bir ibadettir. Dinleyeni Cenâb-ı Allah’a yaklaştırır ve sevap kazanmasına sebep olur.

Kur’ân-ı Kerîm’in bu yüce işaretlerinden istifade edebilmemiz için, onu böylece âdâbına riayet ederek okumamız lâzımdır. Yoksa Âkif’in de dediği gibi;

İnmemiştir bu Kur’ân bunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.

 

Kur’ân-ı Kerîm ve İlim

Kur’ân-ı Kerîm kıyamete kadar insanların ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir kitap olmasından dolayıdır ki, içerisinde birçok ilmi hakikatlere işaret olunmuştur:

“Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir Kur’ân’da vardır.” (En‘âm, 59)

Ama şunu unutmamak lâzımdır ki, diğer peygamberler gibi bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) fennî gerçekleri öğretmek için gönderilmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm de her çeşit ilme ya açıktan ya da kapalı olarak işaret edilmiştir. Ama o bir fen kitabı da değildir.

Yaş ve kuru her şeyin Kur’ân’da mevcut olduğundan bahisle bir kişi, âlim bir zata şunu sorar.

- Kur’ân’da yaş ve kuru her şey var diyorsunuz. Peki, öyle ise ekmeğin nasıl yapılacağını, ununa ne kadar su katılıp nasıl pişirileceği vs. hususunda bir ayet var mıdır? Âlim kişi:

- Evet, vardır der ve “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz.” (Enbiyâ, 7) ayetini okuyarak soru sahibini çok güzel bir şekilde susturur.

Dünyaya ait bazı işler vardır ki, bunları insan çalışmakla, aklını kullanmakla elde eder. Nitekim hurmaları aşı yaparak iyi mahsul aldıklarını söyleyen sahabilerin bu durumunu öğrenen Peygamberimiz onları bundan menetmiş, ertesi yıl meyvelerin azlığından şikâyet ettiklerinde ise eski yaptıklarını yapmalarını emrederek şöyle buyurmuştur:

“Sizler dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz.”

İlim ve fen; aletlerin yardımıyla, tecrübe ve müşahedeye dayanılarak yapılır. Bazen tesadüflerin veya daha münasip bir tabirle tevafukların yeni yeni buluşlara, icatlara, keşiflere hayırlı ilmi hakikatlere vesile olduğu bir gerçektir.

İşte bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm bir kimya kitabı, bir fen kitabı değildir. O vahiy ile gelen akıl ile bilinip bulunamayacak olan hususları bildirir. Böylece insanlara yeni yeni ufuklar açar. İçindeki emirleri tutanlara iki dünya saadetini bahşeder.

İnsanı düşünmeye teşvik eder. Yer ve gökler hakkında, onların nasıl yaratıldıkları hakkında düşünmeye sevk eder. Böylece onların kör bir tesadüfün eser olmadığı gerçeği dimağlara ve gönüllere nakşedilir.

“Onlar semâvât ve arzın yaradılışını düşünürler.” (Âlu ‘İmrân, 190)

Bu tefekkür sonunda Ulu Allah’a ulaşırlar ve şöyle derler;

“Ey Rabbimiz Sen bunları boşuna yaratmadın.” (Âlu ‘İmrân, 191)

Evet, O hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır.

Canlıların hayatiyetini devam ettirebilmeleri için ısıya yani bir enerji kaynağı olan güneşe muhtaçtırlar. Arzın bu dev enerji kaynağının içinde her an binlerce hidrojen bombası patlatılmaktadır. Şunu unutmamak gerektir ki, bir hidrojen bombası bir atom bombasından iki bin misli daha şiddetlidir. Bu suretle meydana gelen muazzam enerjiden tam bizim ihtiyacımıza göre ölçülmüş bir miktarı dünyaya muntazam olarak her gün ve bu vazifede hiç aksama olmadan yürütmektedir.

“Güneş de (bir alamettir) kendi mihveri etrafında muayyen bir vakit için hareket ediyor. Bu, aziz, her şeye galip olan, alîm/her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” (Yâsîn sûresi, 38)

Bu ayet güneş sisteminin yörüngede hareket ettiğini ve kendisi için tespit ve takdir edilen yörüngede seyrettiğini bize asırlarca önce haber vermektedir. Bu Kur’ân’ın bir mucizesidir.

“Hiç şüphesiz ki göklerin ve yerin yaradılışında gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın yukardan yağmur suyu indirip onunla arzı ölmüşken diriltmesinde, yeryüzünde debelenen hayvanı yaymasında, rüzgârları değiştirmesinde, gök ile yer arasında müsahhar bulutlarda… şüphesiz bunlarda akıllı olan kavim için elbette ayetler vardır.” (el-Bakara, 164)

Kur’ân-ı Kerîm’de kevnî ilimler dediğimiz kâinata, varlığa ve bunlara taalluk eden hadislere, bu dünyada olup biten şeyleri inceleyen ilimlerin hepsine işaret eden ayetler vardır.

Bunlardan maksat Cenâb-ı Allah’ın büyüklüğünü, kudretini göstermektir.

Bunlarla; inanmayanları imana, inananları da imanda itminana eriştirmektir. Bunun için;

1. Kâinatta Cenâb-ı Allah’ın halk ettiklerinden, uçsuz bucaksız âlemlerden bahsedilmektedir.

“Allah O (büyük kudret sahibi)dir ki mahlûkatı ilk önce yaradan, onu (ba’s için) çevirip (ikinci defa) yapacak olan O’dur. Ve bu yaratışın ikisi de O’na çok kolaydır. Yarattığı göklerde ve yerde O’nun (mutlak kudretinin) âlî delili vardır. Ve O mahlûkatı üzerinde en büyük hükümrandır, yaratışında tam bir hikmet ve maslahat vardır.” (Rûm sûresi, 27)

“Sizi yarattığımız zaman bu birinci yaratış bize güç mü geldi? (Hayır) onlar belki yeni bir yaratmaktan şüphededirler (ki kâfirler), biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı yaratılacağız? Şu tekrar yaratış akıldan uzak bir iddiadır demişlerdir.” (Kâf sûresi, 15)

İşte bu kâinattaki şeylerin hepsi insanoğlunun istifadesine sunulmuştur. Onun emrine tahsis edilerek, ona musahhar kılınmıştır. İnsan bunlara bakarak aklını kullansın ve istifade etsin.

Kur’ân’da birçok ayetlerin sonunda bakınız Cenâb-ı Allah ne buyuruyor;

 

“Bunda aklını kullanan bir kavim için ayetler; ibretler vardır.” (Nahl, 12)

Aynı mana şu ayetlerde de tekrarlanmaktadır.

“Muhakkak ki bundan ‘bilen’ kavimler için ayetler, ibretler vardır.” (Neml, 52)

Ayet, bilen bir milletin ibretleri anlayacağına işaret ederek, cahillerin bundan nasiplerinin olamayacağını beyan ediyor.

“Bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Câsiye, 13; Rûm 21)

“Bunda anlayan bir kavim için ayetler vardır.” (Neml, 52)

“Bunda hatırlayan bir millet için ibretler vardır.” (Nahl, 13)

“Bunda ikan eden/kesin inanan bir kavim için ibretler vardır.” (Câsiye, 4)

“Bunda iman eden bir kavim için ibretler vardır.” (Rûm, 37)

Görüyorsunuz ki, Kur’ân-ı Kerîm; ibret alın, kâinata bakın, düşünün, bilin, anlayın, hatırlayın, ikan derecesinde imana sahip olun ve iman edin diye emrediyor.

İşte bu emirler aklı susturmayan, aksine parlatan emirlerdir. Bunun neticesinde ferdi ilme hazırlar. Fennin genişlemesine sebep olur. Saniyede sevk eder.

Yine O şöyle ferman ediyor:

“Biz sana Kur’ân-ı herşeyi beyan için indirdik.” (Nahl sûresi, 89)

Ve...

“Biz Kitâb’da hiç bir şey eksik bırakmadık.” (En‘âm, 59)

Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’de bütün ilimler mevcuttur. Tıpkı bir çekirdeğin içerisinde o nebatın bütün şekli mevcut ise Kur’ân’da da bütün ilimlerin nüvesi vardır.

İbn-i Mes’ud (r.a);

“Kur’ân’da her şeye dair ilim indirilmiş ve her şey beyan olunmuştur” demiştir.

Evet, Kur’ân insanların ihtiyaçlarına kıyamete kadar cevap verecek şekilde Cenâb-ı Allah tarafından gönderilmiştir.

İslam dininde sonsuz bir merhamet, yaratılmışlara acıma vardır. Bugün insanlık birbirine acımayı unutmuş, kanını emercesine birbirine saldırıyor, işkence ediyor, birbirini yok etmek için her türlü zulmü mubah görüyor.

Harbler i‘lâ-yı kelimetullâh için yapılırdı. Muhasara edilen düşmana ilk teklif onların İslam olmaları hususu idi. Onu kabul etmedikleri takdirde vergi vermemeleri kendilerine teklif edilir, kabul etmedikleri takdirde savaş açılırdı. Savaşta kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara dokunulmazdı. Hatta öyle ki, meyvalı ağaçlar yakılmaz onlara zarar verilmezdi.

Rasûlullâh Efendimiz de bunun için şöyle buyurmuşlardır.

“Ben, rahmet Peygamberiyim. Ben, harb Peygamberiyim.” (Ahmed ibni Hanbel, c.4, 395)

 

İşte topyekûn beşeriyet Kur’ân’a ve onun içindeki emirlere ve nehiylere uymaya muhtaçtır.

www.zuhurdergisi.com.tr

Top