Muridan
Rabıtanın Mahiyeti ve Önemi

Rabıtanın Mahiyeti ve Önemi

eş-Şeyh es-Seyyid Hacı Mustafa Hayri Efendi Hazretlerinin (1895-1979), tasavvufta çok önemli bir yeri olan RABITA konusunda yapmış olduğu izahatllar ``Halisa Seçkinleri´´ adlı eserde kaleme alınmıştır. Vesile olanlara teşekkürü borç biliriz. Allah (c.c) bu muazzam derinliği hepimize yaşatsın... Halisa Seçkinleri Adlı Eserden: Hayri Baba Hz.leri bir sohbetinde şöyle bir izahatta bulunmuşlardı : Bazıları teveccüh ve rabıtayı yanlış anlıyorlar, bunun için muhalefet ediyorlar. Teveccüh ve rabıtadan maksat, şeyhin kendisi değil, şeyhinin gönül aynasına akseden Cenab-ı Hakk'ın nurudur. Söz buraya gelince, rabıta ile alakalı meşhur Nakşi halifelerinden kaşıkçı Ali Rıza Efendi’nin ``Gülzarı Medine´´ adlı eserinde rabıta ile ilgili bir konuyu şöyle söylediler:

  Mesela bir camide Sakal-ı Şerif var. Falanca gün falanca namazdan sonra ziyaret edilecekmiş, deniliyor. Durumu müsait olan Müslümanlar oraya akın ediyor. Zikredilen camiye istenilen vakitte varıyorlar. Bir de bakıyorlar ki caminin imamı veya bu işle görevli bir din adamı yüksek sesle salât u selâm okuyarak, elinde kocaman bir bohça ile mihraba doğru ağır ağır ilerliyor. Hazır cemaat de o mübarek bohçayı taşıyan görevliye eşlik ederek hep beraber selât u selâm ve tekbir-i şerîf getirerek, o koca bohça yaprak yaprak açılmaya başlanıyor. Bohça açıldıkça cemaatin iştiyakı git gide artıyor ve en nihayet o bohçanın içindeki bir billur şişe, içinde de sevgili Peygamberimizin mübarek sakal-ı şerifinden alınan şerefli bir kıl görünüyor. Herkes sonsuz bir tazim ile salât u selâm getirerek ve o mübarek sakal-ı şerifin sahibi ulu peygamber Hazreti Muhammed Mustafa’yı (s.a.v) hatırlayarak, o billuru alıp yüzüne gözüne sürmek suretiyle Peygamberimize karşı olan bağlılık, saygı ve sevgisini izhar edip kendisini ümmetliğe kabulünü isteyerek şefaat umduğunu bu merasimle ifa ediyor. Bundan anlaşılır ki; o cemaatin bu koca bohçaya saygısı sadece bohçaya değil, o bohçanın içindeki sakal-ı şerifedir. Bundan da bu anlaşılmıyor mu?

  Bunun gibi bir mürid şeyhinin gönül aynasının karşısına kendi gönül aynasını getirip şeyhin mücella, temiz kalbi mübareklerine akseden nuru ilahiyi kendi gönül aynasına aksettirmeye çalışıyor.

  Hayri Baba Hz.leri teveccüh ve rabıtanın çeşitlerinin bulunduğunu söyledikten sonra en kolayı ve herkesin rahatlıkla yapabileceği şu teveccüh şeklini ekseri ihvanlara tavsiye ve talim buyurdular:

  Biz; kendi kalbini boş bir kaba benzetip, şeyhinin kalbini de Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.v) feyiz çeşmesine benzetip kendinin o boş gönül kabını şeyhinin feyiz pınarının altına tutup, vaktinin müsâdesi nispetinde şeyhinin kalbinden kendi kalbine, bu şekilde Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.v) muhabbeti olan, adına feyz dediğimiz o nur-i ilahiyi akıtmasına teveccüh diyoruz. Bunda dinen ne mahsur var? Bunu şeyhe tapınıyor gibi yorumlarla yanlış anlamanın ne alemi var?  Hem o şeyh Allah (c.c) dostu, Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.v) yolunda giden büyük velilerin görüş ve tavsiyelerinin dışına çıkabilirler mi? Onlar bu işi daha iyi bilirler. Dinde yasak olanı, hatta şüpheli olanı bile yapmazlar ve yaptırmazlar. Teveccüh ve rabıta Târikat-ı Aliyye'de çok elzem ve tarikatın esaslarından bir kuralını teşkil eder. Rabıtasız olan bir mürid, şeyhinden fazla bir feyz alamaz. Bu yüzden de emsallerinden geri kalır. Nasıl bir bahçeye diktiğiniz birkaç fidandan daima bakımlı ve suyunu muntazaman alan fidan daha çok gürleşip büyüyor, bakımsız ve susuz kalan diğer fidan ise daha küçük kalıyorsa, mürid de buna benzer.

  Söz buraya gelince Hayri Baba Hz.leri, “Bizim ihvanlar rabıtayı pek yapamıyorlar, bazıları da yapıyor veya tam yapamıyor” dedi. Ve buna da bir örnek verdi. "Biz İstanbul’da bulunuyoruz, bizim bir müridimizde Ankara’da bulunuyor. Oradan bize rabıta yapıyor ve rabıtası tam olmadığı için bize ulaşamıyor. Misalen Bolu veya Düzce’de kalıyor. Nasıl bir insan bir dostuna telefon edeceği zaman o dostunun telefon numarasını tam bilip numaraları tam olarak çevirdiği ve ahizeyi kulağına alıp karşıdan gelecek sesi beklediği gibi rabıta da tarif edildiği şekilde dürüst yapılırsa, karşı tarafın bundan haberi olur. Tam olmazsa karşıya ulaşamaz."

  Hayri Baba Hz.leri yine rabıta ile ilgili şöyle bir izahta bulundu :

  "Büyük bir santral düşünün. Bu santralin duvarları birçok numaralarla dolu. Bir de bakarsınız tık diye bir ses çıkar, bir numara düşer, santralci o numara kime aitse bilir ve hemen o numarayla ilgilenir. O, rabıta yapıp şeyhinden ne istiyorsa, tesbih çekmeye oturmuş feyz mi bekliyor veya başı sıkıntıda mı, sıkıntısı için bir tavsiye mi, bir kolaylık mı bekliyor veya herhangi bir toplantıda kendisinin daima himmetimizde bulunmasını mı istiyor bakılır, tavsiyeler ve iyilikler gönderilir.

  -Hayri Baba Hz.leri burada şunu da söyledi:-

  Her insan ruhu, aynı kendi suretindedir ve aynı kendisine benzer. Rabıta malum rabt olmaktan yani bağlı olmaktan geliyor. Bir müridin de şeyhinin şekil ve şemasını kuvvetlice hatırlaması ve bu hatırlamayı az bir müddet te olsa muhafaza etmesine rabıta deniyor. Bir mürid bu hatırlamaya ne kadar devam ederse o kadar, o nisbette, şeyhinden faydalanır. Mürid bu hali hayatında yaparsa bütün gün şeyhi ile olmuş olur. Sokakta giderken şeyhim önümde gidiyor, bir topluluğa vardım şeyhimde bu toplulukta bulunuyor, ruhu yanımda, yemek yiyorum, o da beraber aynı sofrada, evvela yemeği o sundu, beraber yiyoruz, hatta gece uykuya varınca, yatağıma girip şeyhimin mübarek ayaklarına başımı koydum yatıyorum, şeklinde şeyhini hatırlayıp ona rabıta yapması o mürit için çok önemli bir husustur.

  Bu yukarıda yazıldığı gibi yapan bir mürit bunu bütün gün yaptığı ve şeyhinin ruhu da onunla beraber olduğu için, şeyhindeki kamil tavır ve davranış ve manevi hali ona bağlı olan müridlerde de görülmeye başlar. Derken, bu hal böyle devam ettiği müddetçe, şeyhindeki bütün kemâlatın şeyhinden kendisine aktığını kendisi ve kendisiyle birlikte olan yakınları da hissetmeye başlar. Cenab-ı Hakk tarafından şeyhine bir nazar-ı ilahi oldu mu, mürit de hep onunla rabıtalı olduğu için, ona da aynı nur tecelli eder.

  Demek ki rabıta, tarikatta aranan üç beş nitelik varsa, birincisi durumunda oluyor. Yukarıda teveccühden bahsettik. Teveccühün manası bir yere bakmak veya bir yere yönelmek anlamındadır. Bunun da iki yönü var. Biri zahir görüş ve yönelme öbürü de batın görüş ve yönelme. Bizim bahsimiz Batıni görüş ve yönelme ile ilgilidir. Rabıta kalp gözü ile bir şeyi hayal edip onu hayalinde canlandırması, teveccüh ise kalp gözü ile ona bakması oluyor. Teveccüh ile rabıta birbirlerini tamamlar.

  Burada rabıtanın asıl sahibinin Hazreti Muhammed (s.a.v) olduğu bunun dışında başkalarına rabıta yapılamayacağı, ancak insan görmediği ve bilmediği bir şeyi düşünüp hayal edip canlandıramadığı için şeyhimizi müteselsilen Hazreti Muhammed’in (s.a.v) vekili ittihaz edip, vekilde asil gibi olduğu ona bağlı ve onu temsil ettiği için, zat tecellisine mazhar olmuş gerçek bir vekile rabıta yapılır, dedi.

  Hayri Baba Hz.lerinden işitmişiz ki, rabıtaya devam etmenin bir özelliği de rabıtaya devamlılığı sayesinde, gönül gözünün tez açılmasına sebep olmasıdır. “Rabıtada şeyhinizi bulmaya çalışın” sözlerini duyduğumuz için bu fakir herhalde rabıtada mutlaka görmek anlayışı hakim olacak sanıyordum ki, Hayri Baba Hz.leri bir sohbette: “Biz rabıtayı mutlaka görsünler diye tavsiye etmiyoruz. Rabıta tarikatın esasındandır. Her rabıta yapan göremez, o da hilkat meselesi. Gaye görmek değil tarikatın prensiplerine uymaktır” demişlerdir.

  Sen rabıtanı tarif edildiği şekilde yap. Sen gör veya görme, rabıtan sağlam yapılırsa muhatabına ulaşır. Sen göremiyorsan karşı taraf görüyor. Lazım gelen ne ise gör veya görme feyizin gelir. Görene ne muamele yapılıyorsa görmeyene de aynı muamele yapılır. Görmek o kadar mühim değil, mühim olan bağlılık, sadakat ve bunun böyle olduğuna inanmaktır.

  Bu konu ile yani görüp görmemekle ilgili ilerde başka konular içinde konuşmalar olacaktır.

  Yine bir sohbette Hayri Baba Hz.leri rabıtadan ve teveccühten bahisle, ihvanlarının rabıtalı olmalarını çok çok tavsiye buyurarak rabıtanın üzerinde durdular ve devamla, “Bir insan nasıl bir ibadete yönelince nefsi ve şeytan birleşerek o ibadeti, o Müslümana işletmemek için işbirliği yapıp mani olmaya çalışırlar, bunda muvaffak olamazlarsa o Müslümana o ibadeti işlerken vesvese vererek ibadetin sevabını azaltmaya çalışırlar. Bu ibadeti işlemeye çalışan Müslüman da nefsi ve şeytanla yaptığı mücadele nispetinde sevap alır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde: “Nefisle yapılan cihad cihad-ı ekberdir” buyurmuşlardır, dedi.

  Bu yukarıdaki durumda olan Müslüman eğer derviş ise bu hayırda başarılı olması için hemen şeyhine kuvvetli bir teveccüh yapıp şeyhinden aldığı manevi güç ile nefse ve şeytana galip gelip o ibadeti, o hayrı rahatça aşkla ve şevkle yapar. Demek ki bir ihvan hem kendi manevi gücünü hem de bağlı olduğu tarikattaki silsileyi meşayıhlardan aldığı ikinci bir manevi güçle ibadette, iyilikte ve hayırda daha başarılı oluyor.

  Teveccühsüz, rabıtasız tesbih çeken bir ihvanla, tarif edildiği gibi şeyhine kuvvetli bir teveccüh yaparak tesbih çeken bir ihvanın durumu muhakkak çok farklı olur.

  Her amelin, her ibadetin nasıl bir işleniş şekli ve adabı varsa teveccüh ve rabıtanın da bir işleniş şekli ve adabı var. Teveccühte bulunacak müridin şeyhine karşı saygı, sevgi ve bağlılığı tam olacak ve şeyhinin şekli ve kıyafeti şu şekilde diyerek şeyhinin kalbi mübarekesine kuvvetlice teveccüh yapıp ve o teveccühünü bozmadan beş, on, onbeş, dakika ve vakti varsa daha fazla bu teveccühüne devam ederek şeyhinin kalbinden kendi kalbine  Allah (c.c) Hz.lerinden ve Habibi ve Resulü, Hazreti Muhammed Mustafa’dan (s.a.v) müteselsilen şeyhine kadar gelen adına feyz dediğimiz nuru mübarekeyi kendi kalbine aksettirmesi esasına uygun olarak yapılmalıdır.

  Hayri Baba Hz.leri devam ederek: “Bu şekilde teveccüh ve rabıtaya devam eden bir mürid evvela şeyhini rüyasında görmeye  başlar. Daha sonra teveccühünde şeyhinin ruhunu bulur, devam ettikçe ayık bir halde iken de şeyhinin ruhunu görmeye başlar” buyurdular. Ve yine rabıta ile ilgili olarak şöyle söylediler:

  "Bir mürid rabıta yapa yapa  şeyhini buldu mu? Üst tarafı, yani şeyhinin şeyhine, ve şeyhinin şeyhine böyle müteselsilen pir efendimize ve devamla Resulullah (s.a.v) Efendimize kadar giderek rabıtasında görmeye başlar."

 

Kaynak: ``Halisa ve Seçkinleri´´ Vesile olanlara teşekkürü borç biliriz.

Top