İnsanoğlunun bu dünyadaki macerasının mühim bir bölümü ilim, felsefe ve sanatla ilgilidir. Gerçeği ve güzeli arama faaliyetinden ibaret olan bu maceraya ışık tutan ana kaynak ise dindir. Her toplumun ilim, hikmet ve sanat adamları bağlı bulundukları dinin esaslarıyla düşünmeye başlamış, bu esasları farklı bir şekilde yorumlamış, te'vîl ve tefsîr etmişlerdir. Bazan dini sınırları aşarak "inkar" noktasına uzananlar var ise de bunların sayısı her zaman az olmuştur. Âlim, ârif ve sanatkarlar topluma sürekli olarak su taşıyan, su ikmali yapan "saka"lar gibidir. Bu çeşmenin kurulduğu yerin adı ise "şehir"dir. Suyun mahiyeti hiç değişmemiştir. Ancak taşıma şekli ve ambalaj sisteminde farklılıklar olagelmiştir. Zamanın ve çevrenin özelliklerine göre oluşan bu farklılık "kadim felsefe" ile "hikmet" geleneğinde kökten değişiklik yapacak güce hiç bir zaman ulaş(a)mamıştır.
Şehirlere bakıldığında üç büyük yapı görülmektedir. Mabed, tiyatro, saray. Mabedde içe dönük bir hayat, tiyatroda dışa dönük gösteri, sarayda ise güç ve kuvvveti temsil eden ihtişam sözkonusudur.
Düşünürler, içinde yaşadıkları kendi kültür ve medeniyet dünyasını daha çok severlerse de sürekli olarak bu "gelenek"ten su içip beslenirler. Çünkü medeniyetler -adları farklı da olsa- aynı zincirin halkalarıdırlar. Kadim kültürün en büyük hatıraları da kadim şehirlerdir. Kadim şehirleri korumak, hatıralarını yaşatmak, aslında kendimizi korumak ve yaşatmak demektir. Kur'an-ı Kerîm'in sık sık dikkat çektiği konulardan biri de yeryüzünü gezip dolaşıp bu kadim kültürlerin hatıraları ve sahipleri üzerinde düşünmek, yorum yapmak ve ders almaktır. (Mesela, bk. En'am, 6/11; Hac, 22/46; Ankebût, 29/20)
İslam kültür ve medeniyet havzasının büyük bir bölümü daha önceki asırlarda farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan coğrafyalarda kurulup gelişmiştir. Kuzey Afrika, Ortadoğu, Anadolu, Güney Asya, İran... Müslümanlar bu bölgelerin sadece topraklarını değil, kültürlerini de kucaklamışlar, bir diğer ifade ile bu kültürü kucaklarında bulmuşlardır. Bu birikimi kendi dünya görüşlerine göre yeniden ele alan alim ve ariflerimiz bazan onu tekrar ederek, bazan yeniden üreterek bazan da aşarak "saha"daki yerlerini almışlardır. Bu aynı zamanda insanlığın ortak kültüründen faydalanmak, asırlara dayanan tecrübesinden istifade etmek,"yitik malı" bulmak demektir. Önceki kültürleri bütünüyle reddetmek islâm geleneğine aykırıdır. Çünkü bu geleneğe göre ilk insan ilk peygamberdir. Bu genel değerlendirmeden sonra baktığımız alanı daraltalım ve büyük Asya kıtasının batı ucunda yer alan Bithinya ve Romalılardan sonra Osmanlıları bağrına basan bir beldeye bakalım.
DERVİŞLER BURSA'DA
Bursa'da yaşayan alim, arif ve sanatkarlardan biri de İsmail Hakkı Bursevî'dir. Avrupa topraklarında doğan, Asya'da vefat eden Bursevî, ilim ve hikmet konularıyla haşir neşir olmuş, şiir başta olmak üzere güzel sanatların değişik dallarıyla ilgilenmiştir. Ancak Bursevî denince daha çok onun dervişliği hatıra gelmektedir. Öyleyse Bursa'nın dervişlik tarihi açısından yeri nedir? Tasavvuf tarihinde Bursa'da neler görülmektedir? Tarikatlar tarihinde bu şehir ne ifade etmektedir? Bu sorulara cevap aramaya çalışalım:
Öncelikle şunu belirtelim: Bir şehrin veya bir bölgenin tasavvuf kültürünü ele almak demek asgari olarak şu konular üzerine eğilmek demektir.
1. Sufîler:
(İnsan)
Tasavvufî terbiyeyi tamamlayan ve bu kültürü başkalarına aktaranlar genellikle sufî, mutasavvıf, şeyh diye isimlendirilmektedir. Bu kişiler farklı tarikatlara mensup olabilir, değişik neşveleri paylaşabilirler.
2. Tekkeler-Tarikatlar:
(Kurum)
İnsan eğitiminin ayrılmaz bir parçası olan müesseseler, zaman ve zemine göre değişiklik arzeden bina ve yapılanmalardır. Tasavvufî terbiyenin gerçekleştirildiği yere tekke/zaviye/dergâh adı verilmiştir. İnsanın fıtrat ve yaratılışında varolan farklılıkların tasavvufi düşünce ve yoruma aksetmesiyle oluşan tarikatlara da "sosyal kurum" olarak bakmak mümkündür.
3. İrşâd:
(İletişim)
Sufîler, aldıkları ve kendi kabiliyetlerine göre yeniden ürettikleri tasavvufî kültürü kurumlar vasıtasıyla topluma sunmuşlardır. Bu sunuş, bazan sohbet şeklinde şifahî, bazan risale şeklinde kitabî, bazan da her iki yol kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Hemen şunu ilave edelim: Bursa'da yaşayan sufîler kitap ve risaleleriyle bu şehirde yaşayan sufîlerin biyografileri, bu beldede kurulan tekkelerin tarihçeleri hakkında bize yadigârlar bırakmamış olsalardı elimiz kolumuz bağlı kalırdı. Bu konunun "bir" numarası ise İsmail Hakkı Bursevî'dir.1
Tasavvuf tarihinde Bursa konusunu ele almak, bir açıdan çok büyük ve kadim bir kültürün küçük bir "parça"sıyla ilgilenmek, diğer bir açıdan da 600 yıllık bir kültürü özetlemenin zorluğu hatta imkansızlığıyla yüzyüze gelmek demektir. Bu durumu şöyle bir şekille göstermek mümkündür.
Tasavvuf tarihinde Bursa'nın yerini tespit etmek için farklı yollar izlenebilir. Yukarıdaki üçlü tasniften hareket edilirse sufîlere göre bir tasnif yaparak sonuca gidilebilir. Veya tekke ve tarikatlar esas alınarak bunların insan unsuru ve faaliyetleriyle daire tamamlanabilir. Veyahut kadro ve kurumun topluma sunduğu hizmetler manşete çekilerek konuya açıklık getirilebilir. Biz yine üçlü bir tasnifle birinci şıkkı denemeye çalışacağız.
1. Dışarıda yetişip Bursa'ya gelen mutasavvıflar
2. Bursa'da doğup Bursa'da hizmet veren mutasavvıflar
3. Bursa'da yetişip dışarıda hizmet veren mutasavvıflar
Bu tasnifin de özellikle birinci bölümüne daha yakından bakmak istiyoruz. Burada kaydedilen "dışarıda" kelimesinden Türkiye'nin bugünkü sınırlarının dışında kalan şehirler kastedilmektedir. Bursa Osmanlı'nın ilk başkenti olması sebebiyle zamanla cazibe merkezi haline gelmiş, ilim, irfan ve sanat dünyasına kucak açmıştır. Bunun belgesi de Asya, Avrupa ve Afrika'dan bu şehre gelen insanların varlığıdır. Bunların en meşhurları doğup-yetiştikleri şehirler esas alınarak gösterilebilir. Bu sıralamada Bursa'ya gelen bütün dervişlerin ismi olmayıp sadece sözkonusu şehirde bulunan dergâhlarda şeyh olarak, postnişin olarak hizmet veren sufîlerin kısaca tanıtımı esas alınacaktır.
KUDÜS
Abdüllatif-i Kudsî (ö. 856/1452)
Tasavvufi terbiyesini Türkistan'da Zeynuddin Hafï'nin yanında tamalayan ve Zeyniye tarikatının Osmanlı'daki ilk temsilcisi olan Kudsî, Zeyniye dergâhının da kurucusudur. Eserleri Arapça olup, basılmamışlardır. En büyük eseri ise XV. Yüzyıl İstanbul'unun gözde sufîsi Şeyh Vefa'dır.
GAZZE
Ahmed-i Gazzî (ö.1150/1738)
Müderris olarak Bursa'da bulunurken Niyazî-i Mısrî ile görüştükten sonra tasavvufi hayata meyleden Gazzî kendi adıyla anılan dergahın kurucusudur. Arapça ve Türkçe eserler kaleme almıştır.
ŞAM
Ahmed Efendi (ö.1180/1766)
Gâr-ı Aşikân adıyla bilinen tekkede mürşîd olarak hizmet vermiş bir Nakşî dervişidir.
HALEP
Mehmed Halebî (ö.984/1576)
Bursa'da ayakta olan 3-5 dergahtan biri olan Karabaş dergahında postnişin olmuştur.
Kasım Efendi (ö.1177/1763)
Çarşamba dergahında şeyh olarak görev yapmış bir kadirî dervişidir.
Mustafa Efendi (ö.1212/1797)
Sadiye tarikatına mensub Zincirî Ali Efendi dergahında hizmet vermiştir.
MEDİNE
Mehmed Emin Efendi (ö.XX. yy.)
Buhara dergahında bu kültürün hizmetçiliğini yapmış Nakşibendiye'ye bağlı bir derviştir.
YEMEN
Mehmed Hüseyin Çelebi (ö.888/1483)
Yemen'in Karakâd semtinde doğduğu için kurduğu dergaha Karakâdî dergahı adı verilmiştir. Bursa'da ayrıca Atıcılar semtinde Veysel Karanî dergahı kurulmuştur. Veysel Karanî'nin makâm-mezarlarından birini de bu şehir barındırmaktadır.
KERKÜK
Mehmed Emin Efendi (ö.1228/1813)
Nakşî-Mesnevihânların en meşhurlarından biri olan Mehmed Emin Efendi İstanbul'un en meşhur iki nakşî mesnevîhânını da yetiştirmiştir: Ali Behçet Efendi (ö.1238/1822). Hüsameddin Efendi (ö.1280/1863). Mehmed Emin Efendi, Eminiye dergahının kurucusudur.
BUHARA
Emir Sultan (ö.833/1429)
Türkistan'la Anadolu'nun, Türkistan'la Balkanların ayrı bir ilişkisi vardır. Bursa denince akla gelen ilk isim olan Emir Sultan da Buharalıdır. Emir Sultan tekkesinin, külliyesinin hatta mahallesinin kurucusu olan bu derviş Kübrevî geleneğinin de bölgedeki ilk temsilcisidir. Buhara dergahı, Özbekler dergahı Buhara kalenderhânesi ifadeleri de bu şehir ile o bölgenin kadîm "dost"luğunu göstermektedir.
Emir Sultan'ın seyyid olması ona olan ilginin bir diğer sebebidir.
Aynı yüzyılda yaşayan Dîvân şairi Bursalı Ahmed Paşa ona şöyle sesleniyor:
Ey âlem-i velayete sultan olan Emir
Vey milk-i Rum'a rahmet-i Rahman olan Emîr
Ne akdı Rûm'a bir ulu derya senin gibi
Ne aleme getirdi Buharâ senin gibi
Ahmed-i İlâhî (ö.XV.yy.)
Nakşî-melamî bir neşveyi terennüm eden bu derviş de kendi adıyla bilinen dergahın kurucusu olup üç dilde eser vermiş olan bir kişidir. Mezarının bulunduğu yer (Süleyman Çelebi'nin yanı) çayocağı olarak kullanılmaktadır. (!)
Şu şaheser mısralar Hz. Peygamberle ilgili duygularını açığa vurmaktadır:
Senden şefaat umarım ya Mustafa ya mücteba
Lufile rahmet umarım ya Mustafa ya mücteba
Gönlüm fedâ envârına canım fenâ esrârına
Kurban olam dîdârına ya Mustafa ya müctebâ
Abdussamed Efendi (öl.1331/1913)
Seyyid Nâsır dergâhında hizmet vermiş bir rifâî dervişidir.
Buhara'lı Pîr Emîr (Emîrsultan değil) şehrin batısında, Ahmed-i İlâhî şehrin doğusunda, Abdal Murad ise güney ucundadır. Şehir Buharalılar tarafından kuşatılmıştır denebilir.
HİNDİSTAN
Mehmed Şemseddin Efendi (öl. XIV. yy.)
Bursa'da Hindîler kalenderhânesi de vardır. Özellikle bu bölgeden gelen insanlara hizmet veren bu kurum bölgelerarası ilişkileri de kolaylaştırmıştır.
Mehmed Nurî Efendi, Abdurrahman Efendi de aynı bölgeden olup söz konusu dergâhta şeyh olarak bulunmuşlardır. Pencap'lı (Lahor) Kadirî dervişi Abdullah Efendi (öl.1349/1930) de aynı kalenderhânede postnişîn olmuştur.
AFGANİSTAN
Abdulgafûr Efendi (öl.1278/1861)
Ramazan Baba dergâhında hizmet veren bir Nakşibendî dervişidir.
HERAT
Ahmed Efendi (öl.1007/1598)
Mîr-i Büdelâ tekkesinde hizmet etmiştir.
KUZEY AFRİKA
Ali b. Meymun Mağribî (öl.Beyrut, 917/1511)
Hayatının bir kısmını Bursa'da geçiren Ali b. Meymun ile Şazeliye tarikatı bu şehir ile tanışmış oldu. Beyânu Gurbeti'l-İslâm adlı eserinde Doğu İslâm dünyası ile Batı İslâm dünyasını mukayese etmiştir. Tenzihu's-Sıddık adlı eseri İbn Arabî ile ilgilidir.2 Müridi Abdülmumin Efendi kendi adıyla anılan dergâhın kurucusudur.
İslâm dünyasındaki Mücahid-derviş tipinin geçen yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biri olan Abdulkadir Cezairî (öl.Şam, 1301/1883) ile aynı tipin bu yüzyıldaki en önemli şahsiyeti Ahmed Sunusî Efendi (öl.?) ömrünün bir kısmını bu beldede geçirmiştir.
Yahya Efendi (öl.1077/1666)
Aziz Mahmud Hüdâyî'nin yanında tasavvufî terbiyesini tamamlayarak Celvetî şeyhi olan Yahya Efendi, Bursa Eyüp Efendi dergâhında hizmet vermiştir.
AZERBAYCAN
Geyikli Baba (öl. XIV. yy.)
Kendisini "Baba İlyas müridi, Seyyid Ebu'l-Vefâ tarikatından" diye tanıtan Geyikli Baba, Azerbaycan'ın Hoy kentindendir. Kabri, Bursa-İnegöl yolu üzerinde Baba Sultan köyünde bulunan bu derviş ile kuruluş yıllarının derviş ve yöneticileri arasında yakın ilişkiler vardır.
DAĞİSTAN
Ahmed Hüsameddin Efendi (öl.1341/1925)
Dağistan'ın Rukkal şehrinde doğan Ahmed Hüsameddin Efendi, İslâm dünyasının bir çok beldesini dolaşmış, Abdülhamid-i Sânî devrinde sürgüne gönderilmiş, Bursa'da Hamidiye dergâhını kurarak dinî-tasavvufî konularda insanlara hizmet vermiş olan bir şahsiyettir. Pek çok eserinin yanında Hüseyin Vassaf'ın tesbitlerine göre3 63 kişiye icâzetnâme vermiştir. Bu halifelerinin bir kısmı, Türkiye'de bir kısmı da, Fas Tunus, Hindistan, Türkistan, Dağistan, Hicaz ve Şam'da hizmet vermiştir. Şu mısralar onundur:
Sâilem kapuna geldim eyle ihsan yâ Resûl
Tut elim kurtar beni halüm perişân yâ Resûl
.......
Ey saadet kevkebi kesme başumdan sâyeni
Bir garibem mübtelâ-yı bî ser ü saman yâ Resûl
Mahmud Efendi (öl.1190/1776)
Cizyedarzâde Nakşî dergâhında postnişîn olmuştur.
Kasım Efendi (öl.1290/1873)
Karakadî dergâhında hizmet veren bir celvetî dervişidir.
Süleyman Vehbi Efendi (öl.1259/1843)
Bir Eşrefî (Kadirî) şeyhi olarak Karabaş dergâhında bulunan Süleyman Vehbî Efendi ise Ahıskalıdır.
ATİNA
Ali Rıza Efendi (öl.1280/1863)
Halvetiye'nin Mısriye koluna mensup olan Ali Rıza Efendi, dergâhının kurucusudur.
Evliyâ Efendi (öl.1310/1892)
Halvetî-Mısrî dervişi olan Evliyâ Efendi, Nasuhî dergâhında mürşid olmuştur.
VARNA
Mürsel Baba (öl.1164/1751)
Ramazan Baba dergâhında hizmet veren Bektaşî canlarından biridir.
USTURUMCA
Ahmed Efendi (öl.1051/1641)
Kadiriye'nin Rumiye kolunun kurucusu olan İsmail-i Rumî'nin yanında yetiştikten sonra Bursa'da İsmail Rumî (Hamam) dergâhına şeyh olarak tayin edilmiştir.
TÜTÜNCE
Ali Efendi (öl.1326/1908)
Halvetiye mensubu olup Çarşamba dergâhında şeyh olarak bulunmuştur.
RODOSÇUK
Hikmetî Mehmed Efendi (öl.1165/1752)
İsmail Hakkı Bursevî'nin tekkesinde hizmet veren hemşehrilerinden biridir.
HASKÖY
Osman Necmüddin Efendi (öl.1326/1908)
Mîr-i Büdelâ tekkesinde şeyh olarak bulunan bir nakşî dervişidir.
VODİNA
Ahmed Efendi (öl.1086/1675)
Kadirî şeyhi olarak Kasap Cömert (Kasaplar) dergâhında hizmet etmiştir.
İŞTİB
Mustafa Efendi (öl.1060/1650)
Karakadî dergâhında hizmet veren bir halvetî dervişidir.
AYDOS
İsmail Hakkı Bursevî (öl.1137/1725)
Bursalı İsmail Hakkı olarak tanınmasına rağmen doğum yeri Bursa olmayan Bursevî'nin en meşhur yönü çok eser kaleme almasıdır. Te'lif, tercüme, şerh, haşiye türü kitapların yanında yüzlerce şiir ve manzumenin de sahibidir. Bazan Mevlanâ'nın Farsça Mesnevî'si gibi manzum bir eseri Türkçe mensur olarak şerhetmiş, bazan Yazıcızâde'nin Muhammediye'si gibi Türkçe manzum bir eseri Türkçe mensur şerhetmeyi faydalı bulmuş, bazan da Arapça tefsir yazarak bu faaliyetini sürdürmüştür. Eserlerinin sayfa adedine bakıldığında bir ömre bunu nasıl "sıkıştırdığı"na hayret etmemek elde değildir. Mevlanâ'nın hayatını "Hamdım, piştim, yandım" diye özetlemesi gibi İsmail Hakkı'nın da insana esas vermek istediği mesajın şu mısralarında saklı olduğunu düşünüyorum:
Solmadan bağın
Geçmeden çağın
Yakıp çerağın
Yandır ocağın
Gözün aç ey cân
Hakkı gör ayân
Aşk oduna yan
Artırıp dağın
Ey cân bülbülü
Bular gör gülü
Lâmekân ili
Olsun durağın
Nur olup zâhir
Geldi mezâhir
Hakkı'yâ zâhir
Hakdır durağın
Burada kısaca tanıtılan otuzdan fazla kişi uzak coğrafyalardan gelerek bu şehirde tekke şeyhliği yapmış, bilgi ve tecrübelerini, his ve duygularını bu topraklarda yaşayan insanlarla paylaşmış ve onları tasavvufî hayatın güzellikleriyle tanıştırmışlardır. Bu durum aynı zamanda bu şehrin "uluslararası" bir cazibe merkezi olduğuna da işaret etmektedir.
Yukarıda söylediğimiz gibi burada, Eşrefoğlu Rumî, Üftâde, Hüsameddin Bursevî, Gazzizâde, Abdüllatif Efendi, Şemlelizâde, Mehmed Şemseddin Efendi, Bursalı Mehmed Tahir gibi Bursa'lı sûfîlerden şimdilik bahsetmeyeceğiz.
Bursa'da tasavvufî terbiyesini tamamlayarak başta İstanbul olmak üzere Osmanlı Devleti'nin muhtelif yerlerinde hizmet veren dervişleri de söz konusu etmek istemiyoruz. Ancak Bursa Mevlevîhânesinde yetişip İstanbul Galata Mevlevîhânesinde postnişîn olan Gavsî Ahmed Dede'nin (öl.1109/1698) bir müridinden bahsederek yazıya son vereceğiz.
Gavsî Dede'nin yanında yetişen Nayî Osman Dede (öl.1142/1730) Türk musikisinin en uzun bestesi olan Mirâciye'nin bestekârıdır. Bursalı Safiye Hanım ise 1306/1888 tarihli vakfiyesi ile her yıl mirac gecesinde Mahkeme camiinde (Bursa Kız Lisesi'nin yanında) bu manzumenin okunmasını ve dinleyenlere süt ikram edilmesini şart koşmuştur.4
Söze Süleyman Çelebî'nin yaklaşık 600 sene önce kaleme aldığı ve bütün Osmanlı topraklarında tanınan muhteşem eserinin ilk beytiyle başlamıştık. Şimdi yaklaşık 300 sene önce yazılan Mirâciye'nin5 ilk iki beytiyle sözü bağlıyoruz:
Evvel Allah adını yâd eyleriz
Dil dil olmuş kalbi dilşâd eyleriz
Zikr-i Hak'la kalbi irşâd eyleriz
Her harâb âbâdı âbâd eyleriz.
Bu iki beyt aynı zamanda "Dervişler Bursa'da ne yaptı" sorusunun da cevabıdır.
Bursa'lı dervişleri tanıtan ve Bursa vefâyâtnâmeleri olarak bilinen eserler ve yazarları için: bkz. Bursa Dergâhları (Yadigâr-ı Şemsî) s.8.
Geniş bilgi için bk. DİA, II/411-412.
Bk. Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ, Nşr. A. Yılmaz, M. Akkuş, II/
İnanmayacaksınız ama bu vakfiyenin gereği Bursa'da hala yaşamaktadır. Mirâc kandilinin olduğu gün ikindi namazından sonra sözkonusu camide Mirâciye okunmaktadır.