Bu konuda ilk olarak izah etmemiz gereken husus tabiatıyla şehit, şehitlik ve şehitlik makamı olacaktır. İslâm’a göre şehit, imanının doğruluğunu kanıyla doğrulayan Müslüman’a denir. Şehit, inkâr ve isyan yollarını tıkamak için tenini ve canını set yapan, malını da o setin içine harç yapan insandır.
Diğer bir anlatımla şehit, kanını kendi kandiline yağ yapıp kör kâfirlere ışık saçarken, nefesi kesilen insandır. Yani canını cehenneme atmak için uğraşanların önüne çıkarak: “kendinizi ateşe atamazsınız” diye bağırırken nefesi kesilen insandır.
Burada hususen vurgulamak gerekir ki, şehidin değeri en sevdiği canını Allah yolunda vermesinden kaynaklanmaktadır. Canı veren, malı veren, sağlığı veren, evlatları veren Allah Teala, sevdiği kullarından verdiği canlarını ve mallarını cennet karşılığında tekrar satın almak istemektedir. İşte şehit, hâli ile buna şahitlik yapan kimsedir. Bundan dolayı, “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz” buyuran Yüce Rabbimiz, “Şehitler ölmez” gerçeğini tüm insanlığa bu şekilde müjdelemiştir.
Bizim inancımız odur ki, şehit, en kıymetli varlığını, yani canını Allah için verdiğinden, ilk dökülen kanın karşılığında günahları silinir, sonraki dökülen kanlar ise derecesini yükseltir. Bu yüzden şehit için en kıymetli mükâfat, kanlarıyla günahları affedilen insan olmasıdır. Bir şehidin manevi derecelerinin yanında ona ailesi dâhil olmak üzere 40 kişiye kadar şefaat etme izninin mükâfat olarak verileceği bildirilmektedir. Bütün bunlardan dolayı şehit, ahirette bu mükâfatları gördüğü zaman, tekrar tekrar öldürülüp yine şehit olmayı arzu edecektir.
Burada tekrar ediyoruz: Şehit deyince, ilk olarak “Allah yolunda canını seve seve veren adam” anlaşılmaktadır. Ancak genel olarak şehitlik, “Allahın verdiklerini, O’nun rızasını kazandıracak yolda harcarken ölen adam” şeklinde de anlaşılmalıdır. Bu konuda ilk sırada, şüphesiz, Allah’ın dininin hayata hâkim olması için yani, İlay-ı Kelimetullah için canı ile cihad eden kimse vardır. Ancak bu konuda gücü ile, malı ile, ilmi ile, duası ile mücadele eden adam da Allah yolundadır. Helal yoldan para kazanan, çocuklarının iffeti ve ilmi için çabalayan adam da Allah yolundadır. Hacca giden, camiye giden, öğrenci okutan da Allah yolundadır.
Şehitlik Makamı
Şehitlik makamı; “Allah yolunda kendinden bir şeylerin döküldüğü adam”ın ulaşacağı en yüce makamdır. Burada, konumuza ışık tutması için şu kadarını söylememiz kafidir: Şehit olmak arzusunda olan kimse İslam için ya alın teri ya gözyaşı ya para dökmeli ya da kan dökmelidir. İşte şehitlik, zikrettiğimiz dökmelerin zirvesidir. Ancak unutmamak gerekir ki, ter, gözyaşı ve yorgunluk dökülmeden de kan dökülmez. Diğer bir ifadeyle, İslam için alın teri ve gözyaşı dökmeyen, malını Rıza-i Bârî yolunda harcamayan birisine Allah, kendisi için kan dökülmesini de nasip etmez.
Şurası muhakkaktır ki, şehitliğe layık olanlar İslam’ın gönüllere, hayata, müesseselere hâkim olması için en büyük görevi yerine getirenlerdir. Bu görevi yerine getirme arzusu ile vefat eden insan da hadiste yer alan şu kutlu müjdeye ulaşır: “Her kim samimi olarak Allah’tan şehid olmayı isterse, döşeği üzerinde bile ölse, Allah o şahsı şehitler mertebesine ulaştırır.”
Şehit, öldüğü vakit bazıları onun hakkında şöyle derler: “Gitmeseydi ölmeyecekti”. Bu hem Allah’ın kitabına hem Resul’ün sünnetine hem de günlük olaylarda ölen insanların akıbetine aykırı bir sözdür. Ecel herkes için takdir edildiği zamanda gelecek, ne bir an için öne alınacak, ne de bir an için ileri atılacaktır. Onun için şehidin değeri, o tatlı canını ve tenini kendini Yaratan’ın yolunda halk içi feda etmesindendir.
Bu memleket de şehitlerin kanları üzerine kurulmuştur. İlay-ı kelimetullah için canlarını Allah yolunda verenlerin emaneti olan topraklarda yaşıyoruz. Akif’in dörtlükte ifade ettiği gibi bunlar gerek Çanakkale ve Milli Mücadele gerekse de 15 Temmuz ve terörle mücadele halinde iken canlarını feda eden şehitlerdir.
Bastığın yerleri «toprak!» diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
“Adamlar”
Kendisi üzerinde konuşmaya çalıştığımız şehitlik ve şehadet arzusuna dair en güzel örnekler Kuran’ı Kerim’de “er-ricâl” kavramı ile nitelendirilen “adamlar” hakkında geçmektedir. Şu ayeti kerime bu “adamlar” hakkında sarih bir numunedir: “Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” Bu “adamlar” hakkında örnek vermemiz gerekirse ilkin Abdullah b. Cahş (r.a.) dikkate şayandır. Sa'd b. Ebi Vakkas anlatıyor: "Uhud savaşında... Bir ara baktım. Abdullah bin Cahş yanıma geldi. Dedi ki: "Şöyle bir kenara çekilsek, ben dua etsem, sen amin desen; sonra istersen sen dua et, ben amin diyeyim olmaz mı?" Ben de davetine icabet ettim ve olur dedim. Bir kenara çekildik. Önce ben dua ettim: "Allah'ım! Bugün benim karşıma güçlü, kuvvetli birini çıkar, onunla çarpışalım, ben onu öldüreyim. Böylece hem en büyük hizmeti yapmış olayım, hem de ganimetini alayım." Abdullah b. Cahş (r.a.) bu duaya "amin" dedi. Allah'a yemin olsun istediğim oldu. Sonra Abdullah b. Cahş (r.a.) dua etti: "Allah'ım! Bugün benim karşıma güçlü, kuvvetli, zorba birisini çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım. Sonra o beni öldürsün. Bununla yetinmeyip karnımı yarsın. Kulaklarımı, burnumu kessin. Ve ben o halimle huzuruna çıkayım. Sen bana: “Kulum Abdullah! Sana verdiğim azaları ne yaptın? Bunları kim böyle yaptı?" diye sorduğunda ben de: "Ey Rabbim! Emanet olarak verdiğin o azaları yerinde kullanamadım. Haklarını veremedim. Sağlam olarak onlarla senin huzuruna çıkmaktan haya ettim. Bunun için onları senin ve Resulünün yolunda harcadım" diyeyim. Sen de bana: "Doğru söyledin" diyesin ve beni affedesin... Bu duaya amin demek içimden hiç gelmedi. Fakat sözleştiğimiz için amin dedim. Vallahi onun duası benimkinden daha hayırlıydı. Vallahi akşama doğru onu gördüm. Duası kabul edilmiş bir halde idi.
“Adamlar” kategorisinde ifade edebileceğimiz bir diğer örnek ise Enes b. Nadr’dır (r.a.). Uhud harbinde Müslümanların darmadağın olduğu anlarda bazıları Medine’ye dönmeye çalışıyor, bazıları Ebû Süfyan’a teslim olmak istiyor, bir kısmı da şoka girmiş ya ağlıyor ya da şaşkın şaşkın bekliyordu. Enes b. Nadr işte tam bu sırada “Ya Rabbi! Şu müminlerin halinden, dağınıklığından ötürü Sen’den af diliyorum. Şu müşriklerin yaptıklarından da Sana sığınıyorum.” diyerek müşriklerin üzerine doğru yürümeye başladı. Yolda gördüğü arkadaşlarına sesleniyor, onları direnmeye davet ediyordu: “Allah Rasûlü öldüyse, Allah bâkidir. Haydi! Allah yolunda savaşalım, biz de şehit olalım. O öldükten sonra yaşamanın ne anlamı var? Haydi! O’nun uğruna şehit olduğu dava yolunda biz de savaşalım, Haydi, biz de şehit olalım.” Bu haykırıştan sonra yavaş yavaş Uhud’a yeni bir canlılık geliyor, “Rasûlullah öldükten sonra savaşmanın ne anlamı var?” fikri yok oluyor, “Efendimizden sonra yaşamanın ne önemi var!” sloganı dalga dalga yayılıyordu. Savaşın sonunda Enes b. Nadr’ın vücudunun seksen yerinde kılıç ve mızrak darbesi bulunuyor, vahşi müşrik kadınların cesedini parçalaması sebebi ile kim olduğu anlaşılamıyordu. Sonra Rübeyy adlı bir kadın geldi ve şehidin ayak parmaklarına bakıp ağlamaya başladı. Kardeşini ancak parmağındaki bir işaretten tanımıştı. Bu şehit Enes b. Nadr’dan başkası değildi.
Allah onlardan gani gani razı olsun.
Hülasa
Söz konusu ettiğimiz bu hususların ışığında bugün en büyük sorumluluk iki cihanda saadete ermek için şehitliği göze alan insanlar olmak ve bu vasıfta insanları yetiştirmek olmalıdır. Elbette bu hepimizin sorumluluğudur. Ancak bu husus ile ilgili daima akılda tutulması mühim olan bir şey varsa, o da şudur: Şehitlik, Allah için kan dökmeden ve can vermeden önce yine Allah için vaktinden, rahatından, malından, uykundan ve zevklerinden fedakârlık istemektedir. Sur çıkar ağyârı dilden ta tecelli ede Hak / Padişah konmaz saraya hâne mamur olmadan, dediği gibi şairin, insan akıl-gönül-kalp üçlüsü ile evvelemirde şehitliği arzulayacak, onun gereklerini yerine getirecektir. Diğer taraftan, “Ciğerleri hastalıklı bir bedenden gür ses çıkmayacağı” gibi mezkûr gerekleri yerine getirmeyen bir bedenin de ölümünden şehitlik temenni edilmemelidir.
Ayrıca sorumluluklarımızdan bir tanesinin de şehitlerin geride bıraktıkları kimseler olduğunu unutmamamız gerekmektedir. Gerek ülkemizin gerek İslam coğrafyasının yetim ve öksüzleri hepimize Allah’ın bir emanetidir.
Ne büyük bahtiyarlıktır ki, duasının kabulünde Allah ile arasında perde olmayan yetimlere sahip çıkanlara.
Dr. Abdulkadir MACİT
Bizi sosyal medyada paylaşın: