Muridan
Mevlâna'yı Anlamak ve Anlatmak

Mevlâna'yı Anlamak ve Anlatmak

Anlatmak için anlamak gerekir. Hemen bir soru ile başlayalım. Kaç kişi anlıyor ve kaç kişi anlatabiliyor? Hele hele İslam dininin bünyesinde mevcut tasavvufi hayatı anlamadıktan sonra O´nu anlamak ve anlatmak mümkün mü? Yapılan Mevlânâ´yı anma törenlerine bu merkezden bakmak lâzımdır. Saz ve diğer âletler eşliğinde söylenen birkaç ilahi ve yapılan konuşmalardan mı ibarettir, koskoca Celaleddin-i Rumi? Önceki hayatı bir ilim adamı iken mürşidi Şemsi Tebrizi ile karşılaştıktan sonra ne oldu? Eserlerinden, ne ararsan içinde vardır anlamına gelen´´Fihi mâ fihi´´ yi okurken veya yirmi altı bin beyitten müteşekkil ebyatı okurken, dinlerken bu havayı yakalamak icap etmez mi? Biz belki okuruz belki onu anlatanları dinleriz de, Celaleddin´i, Mevlâna yapan ruhu anlamakta güçlük çekeriz veya inatlaşırız.

Bir gün yanında Feridüddin Attar´dan bahsedilir. O´nun şiirlerinden söz edilir. Kamil insan, bir zamanlar bize de ilhâm olmuştu, diyerek sarığının arasından yazmış olduğu şiirini muhatabına uzatmıştı. Hatırladığım kadarıyla on sekiz beyitten müteşekkil olan bu şiire, Mağz-ı Mesnevî denilir ki, bütün mesnevînin yani yirmi altı bin beytin özü anlamına gelmektedir. Şöyle başlar:

 

بـشـنو إين نى جون شـكايـد مى كـنـد

از جـدايهاى حـكايـت مى كـنـد

 

 

 

Bişnev in ney çün şikayet mi küned

Ez cuday-i hay-i hikayet mi küned

 

 

 

 

Bu Farsça şiiri, şiir diliyle Türkçe´ye aktarmışlar ve şöyle demişlerdir:

 

 

 

 

Dinle neyden çün şikâyet etmede

Ayrılıklardan hikâye etmede

 

 

 

 

Her ne ise, onlar yazmışlar söylemişler, İslâm´ı yaşamış, yaşatmaya çalışmışlar, iz bırakarak bu âlemden öte âleme göç etmişlerdir. Mevlâna bu yönüyle Cenâb-ı Allah´a, O´nun Cemâline âşık olan ``uşşâk´´dandır.

 

Fakat ne yazık ki, bunlar anlatılmıyor veya anlaşılmıyor.

 

Bir gurup insan çıkıp tasavvufi hayatı küfür sayıyor. Müntesiplerini kâfirlikle itham ediyor. Bunların en başında Vehhabiler gelmektedir ki bunlar dini tahrip eden en korkunç kişilerdir. Ezbere konuşmuyor, iftira da etmiyorum. Onlarca delilden bir tane örnek vermek istiyorum. Bir zamanlar, Suudi Arabistan´ın Diyanet işleri başkanı diyebileceğimiz bir şahıs vardı. Her halde ölmüştür, Allah mustehakını versin. Bu zatın uzun bir ismi var. Bir defasında hac esnasında kendisini görmüştüm. Kendisi a´ma idi. Yığın yığın ziyaretçileri geliyordu. Özellikle Türkiyeli ziyaretçileri el etek öpüyorlardı. Bu çok acı bir hatıramdır. Bizim Türk hacılarında hoca durumunda olanlar, bazı şikâyetleri O´nun kulağına fısıldıyorlardı. Yâni fısıldıyorlar diyorum, alçak sesle konuşma anlamında değil. Söz gelimi öyle diyorum. Hâlâ halledilemeyen Ramazan hilali meselesinde, bizim diyanet işleri başkanlarımızdan biri şikâyet ediliyordu. Şikâyetçi arkadaşımız da, yarım yamalak Arapça ile anlatmaya habire gayret ediyordu. Onun cevabı şöyle oldu: ``O, kör cahilin ta kendisidir.´´ Biraz ürperdim, alındım ve üzüldüm de. Bu kişinin uzun adının kısası Binbaz’dır. Küçük küçük kitapçıkları vardır. Bunlar Arapça olup, Türkçeye ve diğer dillere de tercüme edilmiştir. Bizim bulunduğumuz Belçika´da çok gayretli (!) kişiler tarafından da buranın dillerinden Flamancaya çevrildiğini gördüm. Orada isim vermeyeyim, mutasavvıf büyüklerinin kâfir oldukları yazılmaktadır. Acaba tercüme hatası mıdır diye Arapça aslına baktım, hayret, orada da aynı şeyler vardı. Daha sonra, Türkçesi de elimize geçti orada da aynısı idi.

 

Bu kısa muhasebeyi iz´an, ihlas sahibi mü´min muttaki Müslüman, okuyucu kardeşlerimin takdirine bırakıyorum. Onların bu saçmalığı kabul edeceklerini sanmam. Bu yazımda Mevlânâ Celaleddin Rûmi´yi anlatıyordum. Yukarıda ki anlattığım olaydan bütün mutasavvıflar, Mevlânâlar, Yunuslar ve diğerleri yara almışlardır. Evliyaya uzanan eller ve dillerin nasıl olduğunu, olacağını, gelin güzel insan, güzel Peygamberden dinleyelim.

 

من عادى لى وليا فـقـد آذنـته فى الـحرب 

 

 

 

 

``Benim veli kullarıma düşmanlık gösterene ben harp açarım.´´ Anlayana bu yeter. Dedik ki anlamak ve anlatmak, çok zor bir iş. Gelin anlatamayacağımızı, anlayamayacağımızı, onun anlatımıyla anlamaya gayret edelim. Yukarıda geçen Mağz-ı Mesnevî’de, Mevlâna ``ney´´i konuşturur. O´nun ney yapılmadan önce, kamışlıkta yaş olarak bulunduğunu, oradan kesildiğini, ney yapılmak için çeşitli ameliyelerden geçirildiğini, ney ustası tarafından ateşte kızdırılmış demirlerle delik delik delindiğini, vatanından ayrıldığı için üzgün ve yaşlı olduğunu, onun yanık yanık ses çıkarmasının bunlardan olduğunu söyler. Aslında bunlar ney için söyleniyor ama neyden kasıt kadın-erkek insanların ta kendisi olduğu hatırlatılıyor.

 

 

كز نـيـسـتان تامرا بـبـريده انـد

 

 

از نفـيرم مرد و زن نا لـيده انـد

 

 

 

 

 

 

Kez neyistân tâmerâ bubrîde end

Ez nefîrem merd u zen nâlîde end

 

 

 

 

Yâni; ney kamışı, kamışlıktan koparılıp bağrı boynu delik deşik yapıldığından dolayı, erkek kadın herkes onun için ağlayıp figan etmektedirler. Âşık-ı Mevlâ olmuşların tasvirleri de yaman oluyor. İnsanın sazlıktan koparılan ney kamışı misali, vatan-ı aslîsinden koparılıp bu geçici dünyaya gelmiştir. Ağlayıp sızlamaları, aslî vatanını özlemelerindendir. Nasıl ki bir kişi, doğduğu, büyüdüğü küçücük köyünü, mahallesini şehrini özler, bu da aynen öyledir. Hatta hatta dünyanın en güzel yeri neresidir diye sorsanız, yolları çamurlu, derme çatma evlerin bulunduğu köyünü veya mahallesini söyler.

 

Mevlânâ´nın eserleri içerisinde Mesnevî´si başta gelmektedir. Mesnevî´nin şârihleri yani açıklanarak anlatan kitapları vardır. Eski şârihlerden Ankaravî ismindeki şerhin yanında Tâhiru´l- Mevlevî diye bilinen Tahir Olgun´un açıklamalı kitaplarından istifade edilir. Mevlânâ mesnevîsinde örnekler vermek suretiyle konularını anlatmaktadır. Eskiden dini ilimlerin her birinde büyük şehirlerde dersler verilirdi. Mesnevîhanlar da yani mesnevî okutanlarda var idi. Bunları okuyup anlamaya uğraşan dini okulların kökünün kurutulması, Farsça öğretimine amansız bir düşmanlık, temiz geçmişle bağların kopmasına, gelecekte, havanın suyun toprağın vicdanların kalplerin kirlenmesine sebep olmuştur. Cenab-ı Allah´a çok dua edelim. İbadetin özü, mü´minin silahı duayı unutmayalım.

 

İşte bu anlayış içinde Mevlânâ´yı anlamak ve anlatmak bir mana taşır. Bilmeyen anlatamaz. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Hatırladığım kadarıyla yine İranlı şairlerden biri, Mevlânâ hakkında şöyle der:

 

``Her Peygamber bir kitapla gelmiştir. Mevlânâ, Peygamber değildir ama kitabı vardır.´´

 

 

 

 

Es-Selâmu Aleykum…

 

 

*Abdullah Demircioğlu  

Top