Muridan
Fakirliğin Hakikati  -  İ. Gazalî

Fakirliğin Hakikati - İ. Gazalî

Fakirin bâtınında-zâhirinde, ihtilât ve fiillerinde uyması gereken birtakım edepleri vardır. Onları gözetmesi gerekir. Bâtın edeplerine gelince; kalbinde Allahu Teâlâ’nın kendisine bir deneme olarak vermiş olduğu fakirliği hor görmemesidir. Yani Allah’ın fiilini, Allah’ın fiili olmak hasebiyle her ne kadar fakirliği hor görse de hor görmemesidir. Tıpkı kan aldıran bir kimse gibi... Kan aldırmaktan ötürü eziyet çektiğinden onu hor görür. Fakat kan alıcıya ve kan alma aletine hor bakmaz. Aksine kan alıcıya karşı minnet duyar. İşte derecelerinin en azı budur ve böyle yapmak farzdır. Bunun zıddı ise haram ve fakirlik sevabını yakıcıdır. “Ey fakirler cemaati! Allah’ın fiiline razı olun! (Bu takdirde) fakirliğinizin sevabını elde etmiş olursunuz. Aksi takdirde mahrum kalırsınız.”

 Hz. Peygamber’in bu hadîsi şerîfinin mânâsı şudur. Bu derecelerin daha yücesi, fakirliği de hor görmeyip, aksine fakirliğe razı olmasıdır. Fakirliği talep etmek, zenginliğin tehlikelerini bildiğinden dolayı, fakirliğe sevinmek, bâtınında Allah’a tevekkül edip zaruret miktarını kendisine vereceğine güvenmek ve ihtiyaç miktarından fazlasını hor görmek daha yüce bir derecedir.

 

 Hz. Ali şöyle demiştir:

 “Muhakkak ki Allahu Teâlâ’nın, fakirlikten ötürü birtakım azapları ve yine fakirlikten ötürü birtakım sevapları vardır.”

 

 Bu bakımdan fakirlik, sevabı kazandırdığı zaman onun alâmetlerinden biri, onunla ahlâkını güzelleştirmek, rabbine itaat etmek, halinden şikâyet etmemek ve kulluğundan dolayı teşekkür etmektir. Cezayı gerektirmesinin alâmetlerinden biri fakirlikte ahlâkını kötüleştirmek, ibadetini bırakmak sûretiyle Rabbinden şikâyet etmek, kaza ve kaderine küsmektir! Bu her fakirin durumunun övülmediğine delâlet eder. Allah’ın kaderine kızmayıp, razı olan veya fakirliğe sevinen ve meyvesinin ne olduğunu bildiğinden dolayı razı olan fakir övülür. Zira şöyle denilmiştir:

 

 “Herhangi bir kula dünyadan bir şey verildiği takdirde ona: ‘Bunu üç şey üzerine al’ denir:

 1. Meşguliyet

 2. Üzüntü

 3. Ahirette uzun hesap.

 

 Zâhirinin edebine gelince, iffet ve güzelliğini belirtip, fakirlik ve şikâyetini belirtmemelidir. Hatta fakirliğini örtbas etmelidir. Örtbas ettiğini de örtbas etmelidir.

 “Allahu Teâlâ çoluk çocuk babası olduğu halde iffetli olan fakiri ve mü’min kulunu sever.” (İbn Mâce, Taberânî, İbn Adîyy ve Beyhakî)

 “Bilmeyen, utangaçlıklarından ötürü onları zengin zanneder.”(Bakara/273)

  

 Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir:

 “Amellerin en faziletlisi, meşakkat anında tahammül göstermektir.”

 

 Bir başka zat da şöyle demiştir:

 “Fakirliği örtmek, sevabın hazinelerindendir!”

 Amellerdeki edebi, hiçbir zengine zenginliğinden dolayı tevazu göstermemesidir. Aksine zengine karşı gururlanmalıdır.

 

 Hz. Ali şöyle demiştir:

 “Allah’ın sevabına rağbet etmek bakımından zenginin fakire tevazuu ne güzeldir!”

 

 Bundan daha güzeli, Allah’a güvenmek bakımından, fakirin zengine karşı gururlanmasıdır! Bu bakımdan bu bir rütbedir. Bu rütbeden daha azı, zenginlerle oturmaya rağbet göstermemesidir. Çünkü böyle yapmak tamahkârlığın başlangıçlarındandır.

 

 Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir:

 “Fakiri, zenginlerle oturup kalktığı zaman görürsen onun riyakâr olduğunu bil! Sultanla oturupkalktığı zaman görürsen hırsız olduğunu bil!”

 

 Ariflerden biri şöyle demiştir:

 “Fakir zenginlerle oturup kalktığı zaman kulpu kopar, ismeti kalkar. Onlara gönül verdiği zaman sapıtır!”

 

 Zenginlere yağcılık yapmak ve vereceklerine ta mah etmek bakımından, hakkın zikrinden sükût etmesi uygun değildir.

 

 Fiillerindeki edebine gelince, fakirlikten ötürü ibâdetten gevşememeli, kendisinde fazla olanın birazını vermekten imtina etmemeli; zira bunu vermek, yoksulun takati nispetinde çaba sarf etmesidir. Bunun fazileti çok ve zenginlikten dolayı verilen birçok mallardan daha fazladır.

 

 Zeyd b. Eslem’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

 - Sadakanın bir dirhemi, Allah katında, yüz bin dirhemden daha üstündür.”

 - Ey Allah’ın Rasûlü! Bu nasıl olur?

 - Bir kişi malının fazlalığından yüz bin dirhem çıkarıp, sadaka verirse, bir kişi de iki dirheminden birini gönül rızasıyla çıkarıp, sadaka olarak verirse, işte bir dirhemin sahibi yüz bin dirhemin sahibinden (bu takdirde) daha üstün olur. (Nesaî, (Ebû Hureyre’den muttasıl olarak))

 

 Hiçbir malı istif etmemesi uygundur. İhtiyaç miktarını alıp gerisini çıkarıp vermelidir. Malı istif etmekte üç derece vardır:

 Biricisi: Sadece bir gün, bir gece için istif etmesidir. Bu derece, sıddîkların derecesidir.

 İkincisi: Kırk gün için azık edinmelidir; zira kırk günden fazla olanı uzun emel beslemeye dahildir. Kırk günlük müddeti ise, âlimler Hz. Musa’ya (a.s) tayin edilen miaddan anlamışlardır.

 Bu bakımdan o miaddan kırk gün yaşamayı ümit etmenin ruhsatlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu derece, muttakîlerin derecesidir.

 Üçüncüsü: Bir sene için istif etmesidir. Bu ise, ruhsatta mertebelerin en uzağıdır ve sâlihlerin mertebesidir.

 

 Kim azık edinmekte bu son mertebeyi geçerse o, halk tabakasının bilgisizlik ve sarhoşluğuna girer. Tamamen hususîliğin hudutları dışına çıkar! Bu bakımdan zayıf olan bir sâlihin zenginliği, kalbinin bir senelik azığı bulunması sebebiyle itminana kavuşmasıdır.

 Havass’tan olan bir kimsenin zenginliği, kırk günlük bir azıktadır.

 Havassü’l-Havass’ın zenginliği, bir gün bir gecelik azıktadır. Hz. Peygamber (s.a) bu kısımların benzeri üzerinde kadınlarına taksimat yapmıştır. Mal olduğu zaman bazılarına bir senelik azık verir, bazılarına kırk günlük, bazılarına da bir gün ve bir gecelik...

 Bir gün ve bir gecelik verilenlerden biri de Hz. Âişe ile Hz. Hafsa’dır (r.anhümâ).

 

 İ. Gazalî, İhyâu ‘Ulûmu’d-Dîn

Top