Muridan
Süluk: İnsanın Yeryüzü Serüveni

Süluk: İnsanın Yeryüzü Serüveni

Sufilere göre insanın cennette yaratılıp dünyaya gönderilmesi, dünyadaki tekâmülünü tamamlayarak Hakk’a yükselmesi için bir fırsattır. İmam-ı Rabbânî, Kur’an ve Sünnet verilerinden yola çıkarak insan ruhunun niçin bu sefil dünyaya düştüğünü ve nasıl tekrar Rabbine yükseleceğini doksan dokuzuncu mektubunda detaylıca ele alır. İmam’a göre, insan ruhunun kemâlâta ermesi için kesif bedenlere girmesi ilahi hikmetin bir gereğidir.

 
Azizim! Yükselme ve yücelme yolu bu maddi bedenle irtibata geçmeden önce insan ruhuna kapalı idi. “Bizim her birimizin belli bir makamı vardır” (Saffat, 164) ayetinde belirtildiği üzere insan ruhu bir zindanda hapsedilmiş konumdaydı. Ne var ki insan tabiatına yeryüzüne inme şartı ile tekrar yücelere yükselme kabiliyeti yerleştirildi. İnsanların meleklere olan üstünlüğü de işte bu sebepledir. Hak Subhânehû lütuf ve keremi ile o nurani cevheri bu karanlık bedenle bir araya getirdi. Nur ile karanlığın arasını birleştiren ve emir âlemi ile halk âlemini yan yana getiren Allah (c.c.) bütün noksanlıklardan münezzehtir. (99. Mektup) 
İmam’a göre Hakk Teâlâ bu iki zıt kutbu birleştirmek için öncelikle ruha, nefse tabi olma, hatta ona âşık olma kabiliyeti vermiş, böylece başlangıçta ruh ile nefis arasında bir uyum oluşmuştur. “Biz insanı en güzel şekilde yarattık sonra onu aşağıların aşağısına attık” (Tin, 4-5) ayeti bu duruma işaret eder. Ne var ki İmam, bu ayette yergiye benzeyen bir övgü olduğunu düşünmektedir. Yani aşağıların aşağısına atılmak bir yergidir ama bu tekrar yücelere çıkma fırsatını ihtiva ettiği için aynı zamanda ilahi bir lütuftur. 
İmam bu mektubunda ayrıca nefsin değişik evrelerde aldığı isimleri de açıklar. Ona göre ruh nefse uyduğu ve nefsin sevgisinde fânî olduğu için artık ruh ismine layık olmaktan uzaklaşmış ve nefs-i emmâre ismini almıştır. Nefs-i emmâreyi Hz. Mevlana insanın en büyük putu olarak görür: 
Bütün putların anası, sizin nefsinizin putudur. Hâriçte görülen putlar, birer yılandır, hâlbuki nefis putu bir ejderhadır. 
Nefis, çakmak taşı ile demirdir. Put ise, çakmak taşından sıçrayan kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner. 
Kıvılcım söner ama, çakmak taşı ile demir su ile söndürülebilir mi? İnsan oğlu bu ikisi kendisi ile beraber oldukça nasıl emin olabilir? (Mesnevi, I, 371-73) 
İmam ruh ve nefis ilişkisini şu şekilde anlatır: 
Daha sonra ruh bu sevgi ilişkisi sebebiyle tamamen nefse teveccüh etti. Kendini o kadar nefse tabi kıldı ki sonunda kendini bile unuttu ve nefs-i emmâre ismini alır oldu. Bu tabiiyetin sebebi ruhun latifliğindendir. Zira ruh tamamen latif olması sebebi ile yöneldiği şeyin hükmünü alır. Ruh kendisini unutunca daha önce Vacibu’l- vücûb mertebesi ile olan beraberliğini ve huzurunu da unutur. Tamamen gafletin içine batar, karanlığın hükmüne tabi olur. Bunun üzerine Allah Teâlâ keremi ve şefkati ile kullarına peygamberler göndermiş ve bu yüce zatların aracılığı ile onları Kendine davet etmiştir: kullarına ruhlarının sevgilisi olan nefse muhalefet etmeyi emretmiştir. O halde kim bu nefse mağlubiyet durumundan Hakk’a geri dönerse büyük bir kurtuluşa ermiş, kim de başını kaldırmayarak (içinde bulunduğu çamura) saplanıp kalmak isterse büyük bir sapıklıkla yolunu kaybetmiş olur. (99. Mektup) 
İmam ruhun nefiste fânî olmasını ve onun arzularına râm olmasını en büyük gaflet olarak niteler. Kurtuluş, bu fenayı tersine çevirmek yani nefsi ruhta fânî kılıp, ruhun arzu ve hedeflerini nefse kabul ettirmektedir. Bu ise ruhun nefis ile olan uyumunun bozulması ve Hakk’a yönelmesi ile olur. Sâlik bu hale ulaşınca uyku ve diğer durumlarda ortaya çıkan gafletten kurtulmuş olur: 
Öyle ise ruh ile nefs arasındaki uyum bozulur ve ruh zâhirin sevgisinden Bâtınların Bâtını’nın aşkına yönelir ve nefste fânî ve bâkî olmaktan vazgeçip Hakîki Bâkî’de fena bulup O’nda bâki olma haline kavuşursa, işte o zaman zâhirin gafleti bâtının huzuruna engel olamaz. Gaflet böyle bir insanı nasıl etkileyebilir ki, zira onun bâtını zâhirden tamamıyla yüz çevirmiş ve onu arkasına atmıştır. (99. Mektup) 
Hz. Mevlana da nefsin gaflet halini eğitilmemiş bir av köpeğine benzetir, bu hayvan eğitilirse sahibi için avlanır, ona faydalı olur. Aksine eğitilmez ise sahibinin bir işine yaramaz: 
Avlanırken senin işine yarayan ancak köpektir, yani nefsindir. Bu nefis köpeğini fazla besleme, önüne az kemik at... 
• Çünkü köpek doyunca azgınlaşır, emrine uymaz, karnı tok olunca avın arkasından koşmaz. (M, I, 2886-87) 
Mevlanâya göre nefis köpek konumunda iken ondaki latife-i Rabbânîyye olan ruh altın gibidir, her ne kadar cahil insan ondan put gibi kötü bir nesne yapsa da onun şeklini değiştirmek mümkündür. Sülûk yolu ile bu altın eritilir ve insana faydalı başka bir nesne haline getirilir: 
İmanlı bir kişi, bir yerde altın bir put bulsa, onu puta tapanlar alsın diye bırakır gider mi? 
Onu alır, ateşe atar eritir, onun eğreti olan putluk şeklini değiştirir. 
O putun altını, Allah'ın ihsanı olan bir madendir. Altının put şekline sokulması, eğretidir. Onun aslını, altınlığını değiştirmez. (M, I, 2888-2891) 
İmam’a göre ruhunu nefsin tasallutundan kurtaran, put halindeki altını eritip de onu Hak’ta fânî kılan kimse Nakşi tabiri ile halvet der encümen makamına ulaşmıştır. Onun insanlarla olan beraberliği onu Hakk’tan ayrı düşürmez. Dünyevî işlerle meşgulken bile gönlünde Hakk ile beraberdir. 
 
***
Prof. Dr. Süleyman Derin 

Top