Muridan
Manevî Görüş (Keşf)

Manevî Görüş (Keşf)

Allâh’a (c.c) sayısız hamd, iki Cihân Serveri’ne (s.a.s) hesapsız salât ve selâm... Kezâ âline ve ashâbına da... İnsan kalbini manevî kirlerden arındırma yolu olan tasavvufta, yolculuk sırasında erişilen makamlar, sırlar ve nûrlar, kalp gözü yoluyla seyredilir. Bu seyrin genel adı “Keşf” olarak tarif edilir. Lügatte keşf; bir şeyi açmak, bulmak, perde arkasını görmek manalarına gelir. İnsan bedeninin kesâfetinden rûhun letâfetine varan bir yolculuk yapmak lazımdır.

 Ve bu yolculukta zulmetlerden sıyrılıp manevî hazineler, rahmânî nûr ve sırlara kavuşmak lazımdır. En büyük hazine, güzel ahlâktır. Sabır, şükür, tevâzû, ihlâs, verâ, takvâ, huşû bu manevî hazinelerdendir.

 “İnsan rûhuyla insandır” kâidesi ile bedenden ibâret bir hayata sahip olmadığımızı bugün modern bilimi de kabul etmektedir. Fakat insanı canlı tutan rûhun manevî bir âleme ait olduğu, gıdasını o âleme ait olan ibâdet ve taatten aldığı, bu maddi âleme geldikten sonra o âlemi unuttuğu göz ardı edilmektedir. İşte tasavvufî yol ve o yolda deneyimli rehber, gerçek vatanına ermek isteyen kişi için vazgeçilmez unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır.

 Bu yolda;

 Mülk âleminden başlayarak melekût, ceberut ve Lâhut âlemleri sırasıyla seyredilir. Her birine ait sırlar, nûrlar, Rehber Zât tarafından ince ince gösterilir. Bu görünenlerin hangisinin Rahmânî, hangisinin şeytanî olduğunu Manevî Rehber bilmektedir. Çünkü Hakk’a giden bu yolda şeytan boş durmaz. Daima yolcuyu şaşırtmaya çalışır. Zahirde de bir insan bilmediği bir memlekete gidecek olsa “Elime haritayı alır giderim” diyebilir. Fakat insanlardan da kötü niyetli ya da muzip kişiler vardır. Yol tabelalarını değiştirip ya da sahte tabela koyup o kişiyi kendi istedikleri istikamete sevk edemezler mi? O kişinin malına canına kast edemezler mi? Edebilirler. Ama bu memlekete daha evvel defalarca gidip gelmiş biriyle yola çıkılsa bu tehlikelerden kurtulmak mümkündür. Demek ki bu iş kitaplardan okunup yapmakla da yaşanmış ya da ilerlenmiş olmuyor. İlla, iş bilene gidilecektir. At binenin, iş bilenin sözü boşuna denmemiştir.

 Mesnevi’de bir hikâye anlatır bize Mevlânâ (k.s) hazretleri:

 “Bir tüccarın çok güzel bir papağanı vardır. Kafeste yaşamaktadır malum, hapistir. Özgür değildir. Bir gün tacir, ticaret için Hindistan’a gidecektir. Hikâye bu ya, sorar kuşa: ‘Bir isteğin var mı?’ Kuş der ki: ‘O gittiğin Hind diyarı benim memleketimdir. Orada akrabalarım var. Onlardan birine benim selamımı ilet ve ne durumda olduğumu anlat’ der. Tacir yola çıkar, Hind diyarına gelir, işlerini görür. Tam dönecekken sevgili papağanının sözü ve ricası aklına gelir. Orada ağaçlarda papağanlar görür. Yaklaşır, selamı ve durumu iletir. Bu sözü duyan papağanlardan biri titrer ve daldan aşağı atar kendini, yerde ölü gibi yatar. Tacir çok üzülür ve geri döner. Papağan sorar: ‘Selamımı ilettin mi?’ Tacir: ‘Evet, ilettim. Kuşlardan biri dayanamadı ve ansızın düşüp ölüverdi’ der. Kuş mesajı almıştır. Aynen diğer kuş gibi titrer ve kafesteki dalından atar kendini yere. Tacir ‘Eyvah, keşke anlatmasaydım, bu da dayanamadı’ der ve ölü sandığı kuşu gömmek  için kafesten alır. Yere koyar ve toprağı kazmaya başlar. O anda papağan “Pırrr” diye uçmaya başlar.

 Tacir, neden böyle yaptığını sorar. Kuş cevabında: ‘Bu bana Hinddeki kuştan bir ikazdı, ölmeden evvel öl ki kurtul, demişti’ diye cevap verir ve memleketine doğru uçar gider.”

 İnsan da böyledir. Manevî memleketine ulaşmak için nefsinin kötü yanlarını yok etmesi ve beden kafesinden mana diyârına uçması gerekmektedir.

 “Zen merde, civan pîre, keman da tîrine muhtaç”

 Yani; kadın erkeğe, genç yaşlıya, ok yaya muhtaçtır. Burada civan, talebe, Pir de Rehber anlamındadır.

 Bu sebepten dolayı tasavvufta darb-ı mesel haline gelmiş temel yol taşı niteliğinde şu sözler bu yolun büyükleri tarafından  söylenmiştir:

 “Mürşidi olmayanın mürşidi, şeytan olur.” (Bayezid-i Bistâmî Hz.)

 “Delilsiz varılmaz, yollar haramî” (Yûnus Emre  Hz.)

 Bu sözlerin manası bu yolda “Rehbersiz” gidilemeyeceğidir. Hz. Allah’ın (c.c) bu âlemde ve  manevî âlemde kudretini gösteren âyetleri vardır. Bu yolculukta, bu âyetler de müşahede edilmektedir. Bunun delili Kur’an- Kerîm’den şu ayetlerdir:

 “Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.” (İsrâ, 1)

 “Biz, onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz.” (Fussilet, 53)

 “Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz? (Zâriyât, 21)

 “Andolsun ki O (s.a.s), Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.” (Necm, 18)

 

 Rasûlullâh (s.a.s) seyr u sulûk eylemiştir. Bunu Eşrefoğlu Rûmi (k.s) şöyle dile getirmiştir:

 O’nun seyr u sulûkünden

 Melekler âciz olmuşlar

 Ki bin yılda varamazlar

 O bir demde varıp râhı

 

 Bu manevî yolda elbette düşmanlar olacaktır. Bunların silahları da manevî olacaktır. Şeytanın bozuk ilhamları manevî silahıdır, gösterdiği görüntüler de yine onun bir silahıdır. Bunlarla Hakk yolun yolcusunu yoldan çıkarmak ister. Fakat rehberi “kâmil” olan yolcu rahattır. Çünkü rehber hataya düşmesine engel olur, ikaz ederek muhafaza eder. Bunu da manevî ilim ve tecrübe ile yapar. Her ağzında manevî ilmi andıran sözleri olana da rehber denmez. Rehber başka bir rehberden bu yolu ve ilm-i ledünnü öğrenip mezun olmuştur. Rehber, Rasûlullâh’a (s.a.s) kadar silsilesi olana derler.

 

 Fârisî Beyt Tercümesi

 

 Her aynası olanı İskender sanma

 Her saçını keseni kalender sanma

 

 Tarihteki büyük İskender namındaki komutanın bir aynası olduğu ve bu aynaya bakınca cihânı seyrettiği rivayet edilir. Her elinde ayna olan İskender değil, her aynada cihanı gösteren ayna değildir. Yani her olağanüstü hal göstereni o âlemin rehberi ve ehli sanma; çünkü istidrac kabilinden haller gösteren yol kesiciler çoktur, denmek istenmiştir. Zamanımızda keşf ü keramet iddiasıyla ortaya çıkan çok nâkıslar türemiştir. Bunlar yaptıkları hatalarla gerçek tasavvuf ve gerçek rehberler hakkında da insanları sû-i zanna düşürmektedirler.

 İşte bu sebeplerden dolayı manevî haller zuhurunda çok dikkatli olmalıdır. Her görüneni hakikat bilmemelidir. Bu yolda çok lütuflar olur ama bunları ayırt edebilmek ancak “Rehberin” işidir. Bu hususta şu menkıbe ne kadar manidardır:

 Cüneyd-i Bağdâdi (k.s) Hz.lerinin bir talebesi: “Ben artık yetiştim” iddiasına kapılır. Buna vakıf olan Hazret talebeyi çağırır. Neden böyle dediğini sorar. Talebe cevaben: “Ben her gece manevî âlemlere götürülüyorum, cennetleri seyrediyorum artık Rehbere gerek kalmadı” der. Cüneyd-i Bağdadi (k.s) durumu anlar ve: “Evladım, bu gecede o manevî aleme götürülürsen beni hatırla ve ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm’ de” buyurur. Talebe o gurur içinde huzurdan çıkar, gece olur ruhanî surette kişiler kendisini alır ve parlak, cennet bahçesi misali bir yere götürürler. O anda talebenin hatırına hocasının sözü gelir ve ‘deneme maksadıyla yapayım bakalım’ der. Lâ havle... okuduğu anda o rûhanî kılıklılar acayip görünüşlü şeytanlara ve o bahçede mezbelelik çöplük bir yere dönüşür. Son derece pişman olan talebe ağlayarak nedametle hocasına gelip durumu anlatır. Hocası: “Evlâdım, bu yol rehbersiz gidilmez, dikkat et!” buyurup onu ikaz eder.

 Özetleyecek olursak mana âlemi uçsuz bir okyanustur. Gemi, kaptan olmazsa yolda kalmak muhakkaktır. Gemi gibi görünen derme çatma sallara ya da kaptan olmayan nâ-ehillere varırsa kişi kayalıklara çarpmaktan da  kurtulamaz. Şu da unutmamalıdır ki tasavvuf keşf ü keramet için değildir. Manevî terbiye içindir. Keşif bir imtihanda olabilir. Sahibini gurura götürebilir. H. Mustafa Hayri ÖĞÜT (k.s)  Hz.leri bu konuda:

 “Şeytan talebeye gelir, “sen güzel rüyalar görüyorsun, şöyle haller yaşıyorsun, sen artık veli oldun, keramet sahibi oldun, hatta Hocanı da geçtin, Sâhibüzzamân oldun” diye diye o talebeyi helak eder, yoldan çıkarır.” buyurmuştur. Bu gibi tehlikelerden Allâhü Teâlâ’ya (c.c) sığınırız.

 

 Merhûm Necip Fâzıl (rahmetullâh) ne güzel söylemiş:

 

 Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi,

 Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez...

 

 Elbette manevî ikramlar vardır, haktır, güzeldir,  adı üstünde keramet Hakk’tan ikramdır ama bunlar ikram sahibine ulaşmak için birer basamaktır. Hakk’a karşı imanın kemale ermesi için birer takviyedir.

 

 Mevlânâ (k.s) Hz.leri bu konuda şu rubaiyi söylemiştir:

 

 Yâr ile gezerken yolumuz gül bahçesine uğradı

 Ben hayretle Güle nazar edince dedi ki Yâr,

 Ben ve yanağım buradayken utan yaptığından...

 Onun için gayra bakma bak önüne yürü var...

 

 Evvel âhir Allâh’a (c.c) hamd, şanlı Rasûlü’ne (s.a.s) ve pâk ve temiz âl ve ashâbına (r.anhüm) en güzel salât ve selamlar olsun...

 

 

Top