Muridan
Tasavvuf

Tasavvuf

Tasavvuf, Hz. Peygamber'in "Üsve-i Hasene" şeklinde ifâde edilen örnek kişiliğidir.Tasavvuf; İslâmî ilimlerin zirve noktası ve özüdür.

  Tasavvuf; İslâm'ın ruh hayatı ve İslâm Peygamberi'nin şahsında temsîl ettiği manevî otoritenin, müesseseleşmiş ve günümüze kadar yaygınlaşarak gelmiş şeklidir. Manevî otori­teden kastedilen; Hz. Peygamber'in "Üsve-i Hasene" (1) şeklinde ifâde edilen örnek kişiliğidir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v), siyasî, ilmî ve manevî otoritelerin hepsini şahsında cem' etmiş bulunuyordu.

  Tasavvuf; İslâmî ilimlerin zirve noktası, zübdesi ve özü olarak ifâde edilmiştir. Tasavvufun "hâl" olarak adlandırılan "manevî tecrübe" yönü, bu işin zevk ve haz tarafıdır. Tasavvu­fu ahlâk şeklinde tarif edenlere göre, onu ahlâkî olgunluğu ve kemâl sıfatlarını gerçekleştirmeyi esas alan İslâmî bir ilim ola­rak düşünmek gerekir. Zira o, insanın iç dünyasını îmara ve kötü duygularını tashîhe çalışan bir ahlâkî sistemdir. Hz. Pey­gamber'in insanların ibâdet ve davranışlarında, muamelat ve tavırlarında kalbi ve derûni duyguları öne çıkararak takvayı tavsiye eden pek çok emirleri bulunmaktadır.

  İnsandaki dünya tutkusunu atıp, ibadet ve kulluk şuurunu canlandırmayı sağlayan ve Efendimiz'in, Hakk'ın da halkın da sevgisine mazhar olmaya vesile olarak tavsif buyurduğu zühd ve zahidane hayat, tasavvufun önceleri "zühd" daha sonraları "tasavvuf" adıyla ortaya çıkmasının en önemli sebeplerinden biri olmuştur.

  Hadis kitaplarımızda "Cibril Hadisi" diye zikredilen hadis­te; "islam, iman ve ihsan" kavramlanı peşpeşe sıralanmıştır. Bu kavramların böylece sıralanması bir tedric ve kemale doğru yükseliş grafiği sergilemektedir. Çünkü islam, işin organlara ait tarafı ve dille ikrardan ibaret olan kısmıdır. İman ise kalbe ait bir olay olup inancın gonüle temekkün edip yerleşmesidir. Ni­tekim Kur'an'da imanın islamdan daha ilerde olduğu şu ayetle anlatılmaktadır: "Bedeviler; iman ettik, diyorlar. Sen onlara: Siz henüz iman etmediniz, ama bari islam olduk deyin; çün­kü iman kalplerinize yerleşmedi."(2) Kur'an'da mü'min ve müslim kavramları bir arada zikredildiğinde müslim, mü'minden önce gelmiştir.(3) Bu sıralama da bir dereceleme ifadesidir. Peygamberimiz'in "Kişi mü'min olduğu halde zina etmez, hırsızlık yap­maz"(4) mealindeki hadisi de kişinin haram fiil işlediğinde is­lam'dan çıkmamakla birlikte, iman açısından yara aldığını gös­termektedir. Cibril hadisinde, kişinin "Allah'ı görüyormuşçasına kulluk etmesi"(5)anlamında ifâde edilen "ihsan", islam ve imanın ileri derecesidir. Çünkü ihsan; mü'minlerin ulaşmak için ciddi bir gayretle çalıştıkları yakini bir keyfiyet ve vicdan huzurudur. İhsana ermiş kul, "Nereye yönelirseniz Allah'ın yüzü (zatı veya kıblesi) oradadır"(6) ayetinin sırrına ermiş olduğundan ha­ramdan sakınmada ve farzların ifasında şuur haline yükselmiş demektir. Kur'an'da Allah Teala bu duyguya eren mü'minleri "sabikun"dan sayar: "Mü'minlerin önde gelenleri, muhacirlerle ensar ve onlara ihsan duygusuyla tabi olanlardır. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır."(7)

  Cibril hadisinde zikri geçen konulardan herbirini inceleyen bir ilim teşekkül etmiş, islam fıkhın; iman akait ve kelâmın; ihsan da tasavvufun konusu olmuştur.

  İslam şeriatının emrettiği ve yasakladığı hususlar zahiri ve batınî olmak üzere, iki noktada toplanabilir. Bunlardan namaz, oruç, hac, zekat, dille ikrar ve benzerleri zahiri organlarla ya­pılması istenen emirler, zina, içki, küfür kelimesi ve benzerleri de yapılmaması istenen yasaklardır. İslam'ın ilahi yakınlığa vesile saydığı ameller ise batın ve kalble ilgili olan iman, tasdik, teslimiyet, sabır, şükür, rıza, tevekkül gibi manevi emirlerdir. Manevi yakınlığı gölgeleyen fiiller yine kalble alakalıdır. Sabır­sızlık, kibir, ucüb, riya ve nimetleri küçümseme gibi. Bütün bu saydığımız manevi emir ve yasaklar, ayet ve hadislerle emredi­len konular olmakla birlikte, her nedense müslümanlar zâhiri emir ve yasaklar karşısında gösterdikleri hassasiyet ve duyarlılığı manevi emir ve yasaklar konusunda göstermemektedirler.

  Bunun temel sebebi olarak hatıra ilm-i fıkh-ı zâhir denilen fıkıh ilmine âit konular üzerinde gösterilen titizliğin, eğitim sürecinde kalbî ve tasavvufî konularda gösterilmemiş olması gelmektedir.

 

  (1) el-Ahzâb, 33/21.

  (2) el-Hucurât, 49/14

  (3) bk. el Ahzâb, 33/35

  (4) İbn Mâce, Fiten 3.

  (5) Buhâri, İman 37; Müslim, İman 1

  (6) el-Bakara, 3/115.

  (7) et-Tevbe, 9/100.

-----------------

  Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz

Top