Muridan
Zikir Ehline Bazı Önemli Hatırlatmalar

Zikir Ehline Bazı Önemli Hatırlatmalar

1. Allah’ı zikretmek her zaman lâzımdır. Bunun için maddenin getirdiği ağır bunalımlardan kurtulup kalp ve ruh huzuruna ermek ancak Cenab-ı Allah’ı çokça zikretmekle mümkün olur 2. Nefsini tezkiye ve terbiye etmekle, Allah’ın rızasını kazanmaya talip olan mürit, günlük zikrini hiç aksatmadan yapmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde Hadis-i Şerifte işaret edildiği üzere cennet ehli cennette oldukları halde, dünyada iken Allah’ı zikretmeden geçirdikleri günlerine nedamet edecekler, pişman olacaklardır. Ayrıca günlük zikrini yapmayan mürit zikrin manevi lezzet ve bereketlerinden istifade edemez.

3. Bir mürşitten el alan bir mürit ona söz vermiş, ahdetmiştir. Dinimizde ahde vefa etmek emredilmiştir. Onun için mürit ahdini bozmayan kişidir. Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılır, yasaklarından şiddetle kaçınır. Beş vakit namazını vaktinde eda ederek orucunu tutar, hali vakti yerinde ise haccını yaparak zekatını da verir. Ayrıca kaza namaz ve ibadetlerini bir an önce ikmal etmeye uğraşır. Kalbe perde olan boş şeylerle dilini meşgul etmez. Ayağını kötü yerlere atmaz. Azalarının hiç birisi Allah’ın (cc) nehyettiği semt ve mahallere gitmez. Beşer hali elde olmadan işlenilen günahlar olursa hemen tevbe ve istiğfar ederek, Cenab-ı Allah’tan affedilmesini diler. Eğer vakit ve fırsat buluyorsa farz namazlardan sonra bazı nafileleride ifâ eder . Bunlar kuşluk namazı, akşam namazından sonra kılınan evvâbin namazı, bir de teheccüd namazlarıdır.

4. Güzel ahlâk sahibi olmaya, herkesin gıpte edip  imrendiği bir müslüman olmaya gayret eder. Bu hususta mensubu olduğu silsileye, mürşide söz getirmemeye gayret gösterir. Kısacası Resulullah’ın sahip olduğu Kuran ahlakıyla ahlaklanmaya çalışır.

5. Mevcut diğer hak tarikatları ve onların mensuplarını da sever. Ama mensubu bulunduğu tarikatı daha çok severek, onun ilerlemesi, yükselmesi için canla başla çalışır. Bunu yaparken kırıcı, ezici, usandırıcı, yıkıcı olmaz. Bu hususta örneğimiz peygamberimiz, onun yüce sahabeleri ve tasavvufta büyüklüğünü ispat etmiş kişilerdir.

6. İhvanlar arasında sevgi ve saygı çok önemlidir. Aynı mürşidden el almış müridler Allah rızası için birbirlerini severler , bu hususta katıksız, hilesiz bir şekilde birbirlerini seven kimseler için enbiyanın ve şühedanın bile imreneceği, göz alıcı parlaklıkta köşklerin hazırlandığını haber veren Peygamber Efendimizin mübarek sözleri bize daima yol göstermeli ve en büyük önderimiz olmalıdır.

7. Tarikat ve tasavvufun dışında olup, bunun tadını tatmayan kimseler çoktur. Bunlar ister ilim sahiplerinden olsun, isterse olmasın, bu yolun yolcuları olan sizlere sataşıp söz attıkları zaman asla incinmemeli ve kırılmamalısınız. Onlara hayır dua etmeliyiz. Her ne olursa olsun onların dedikleri bizleri yolumuzdan alıkoymamalıdır. Çünkü kişi bilmediğinin düşmanıdır denilmiştir.

8. İnsanlığın ağır fesada düştüğü, gittikçe bozulduğu bir devirde yaşıyoruz. Bunun için en yakınlarımızdan başlamak suretiyle islâmı tatlı dil güler yüzle yolunu şaşırmışlara anlatmak mecburiyetindeyiz. Bunu yapabilmemiz için en çok bilgimizi artırmalı, boş bulunduğumuz zamanlarda kitap okumalıyız. Öncelikle farzı ayın olan ilimleri öğrenmek için fıkıh ve ilmihal kitaplarını zaman zaman okumalıyız. Ayrıca tasavvuf ve tarikata ait bilgilerimizi artırmamızda zaruridir. Bunun için bu sahada yazılmış ve tavsiye edilen eserleri de okumak icap eder.

9. Çok uyanık olmalıyız. İslâm düşmanlarının bizi hangi silahla vuracaklarını, vurmak istediklerini anlamalıyız, kavramalıyız. Bunun için onların silahlarına gerek maddeten, gerekse manen aynısıyla karşı koyup hiçbir saniyenin islâmın yükselmesi için kan akıtılmadan geçmediğini ve bu dinin böyle meşekkatlerle ve şehitlerin  kanları ile bir gül gibi bize teslim edildiğini düşünerek hizmet edip çalışmalıyız.  Böyle samimi çalışanlara her hususta yardımcı olmalıyız.

10. “Allah katında en üstününüz ondan en çok korkanınızdır” buyuran  Cenab-ı Allah’ın ayetine kulak vermeliyiz. Bunun için rengi, ırkı, cinsi, ne şekilde olursa olsun “Müslüman müslümanın kardeşidir” hadisi şerifini hatırımızdan çıkarmamalıyız. Bunun için Allah düşmanlarını, Kur’an ve islâm düşmanlarını, peygamber ve müslüman düşmanlarını çok iyi tanıyıp onlara asla yardımcı olmamalı ve onlar bizim en yakınlarımız bile olsa asla sevmemeliyiz. Bunun için “Kişi sevdiği ile beraber olur” Hadisi şerifini asla unutmamalıyız. Mücadele suresinin 22. ayet-i kerimesini düşüne düşüne okumalı ve anlamalıyız.

11. Şeytan ve nefis; Kur’an-ın ve Hadisi Şeriflerin haber verdiğine göre insanın en azılı düşmanlarıdır. Bunun için Peygamberimiz (sav) “Senin düşmanlarının en düşman olanı iki göğüs kafesinin arasında bulunan nefsindir” buyurarak nefsin;  “Şeytan insanın kanına hulul ederek orada dolaşır” hadisi ile de şeytanın ne azılı, bize en yakın düşman olduğunu haber vermişlerdir. Bu yakın düşmanlara karşıda mücadele etmeliyiz. Unutmamalıyız ki; bu iki düşmanın en öldürücü silahı ‘kelime- i tevhit’ dir, ‘zikrullahtır’ yani Cenab-ı Allah’ımızı zikretmektir.

12. Zaman zaman yapılan toplu zikir meclislerini de kaçırmamaya gayret etmeliyiz. Çünkü böyle zikir meclislerinde feyiz ve bereket vardır. Allah’ın (c.c) rahmetinin bu meclislerin üzerinde olduğunu unutmamalıyız. Ayrıca Cenab-ı Allah’ın seyyah meleklerinin bu meclisleri ziyaret ettiğini, buraların cennet bahçelerine teşbih edildiğini düşünerek böyle yerlere koşmalıyız. Bu hususta “Onlarla düşüp kalkanlar bile cehennemlik olmaz” hadis-i şerifini unutmamalıyız.

13. Duayı da çokça yapmalıyız. Çünkü dua müminin silahıdır. Mümin mümine dua eder. Allah’ı tanımayanların hidayet bulmasını Cenab-ı Allah’dan diler. Gerek açıktan gerekse gıyabında mümin kardeşine hiçbir zaman duayı elden bırakmaz. Özellikle dualara icabet saatlerinde duayı bir ganimet bilir. İcâbet saati ne demektir? Hz. Allah’ın yapılan duaları kabul ettiği zamanlardır. Mesela Cuma günü öyle bir saat vardır ki; bu saatte içten yapılan duaları Hz. Allah kabul eder.

14. Sabrı da elden bırakmamalıyız. Her türlü gelen musibet ve belaya karşı sabır en güzel zırhımız olmalıdır. Onun için bir darb-ı mesel olarak söylenilen “Sabreden derviş muradına ermiş” sözü ne kadar yerinde söylenmiştir. Hiç unutmamalıyız ki mülkün yegane sahibi Allah’u Zülcelal dir. Veren de O’dur, vermeyende O’ dur. İstediğinde çekip alan da O’dur. Bütün bunlara sabretmek verilen nimetlere de şükretmek mecburiyetindeyiz.

15. Ailemizi ve çoluk çocuğumuzu da islah ve terbiye etmeye, islâmi yaşayışlarına son derece itina göstermeye de mecburuz. Kendimizin ve nefsimizin islâhından sonra bu da zaruridir. Bu manevi yolda, ailemiz ve çocuklarımız hakkında tenkit edilip kötü gözle bakılmamamız için buna son derece itina göstermeliyiz. Kuran-ı Kerimde “ Ey insanlar, kendinizi ve ailenizi, çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyunuz.” diye buyurulmaktadır. Bunun için onlara zaman zaman nasihat etmeliyiz. Onlara islâmi terbiyeyi ve islâmi bilgileri vermeliyiz. Bu aile reisliği vazifemizi yaptıktan sonra tamamen Allah’a tevekkül etmeliyiz. Şayet onların kötü halleri varsa onlar için ihlasla Cenab-ı Allah’a dua edip yalvarmalıyız. Unutmamalıyız ki ana-babanın evladı hakkında ki duası er geç kabul olunur.

16. Tarikat yolu sadece erkeklere mahsus bir yol değil. Bilakis kadınlar da usulü dairesinde kendi aralarında eğer imkan ve fırsat bulurlarsa zikir meclisleri teşkil edebilirler. Bunun için kendisine ders verdiğimiz bir kimse arzu ederse sadece bu hususta olmak üzere vekalet yoluyla izin ve musâde aldıktan sonra hanımına da bu dersi tarif edebilir. Çünkü Kuran-ı Kerim “Allah’ı zikreden erkeklerle Allah’ı çokça  zikreden kadınlar” buyurmaktadır. Bu zikir meclisleri sadece bir grubun değil bilakis her isteyenin iştirak edeceği meclisler olmaktadır. Yalnız kadınlar böyle zikir meclisleri düzenlerken islâmi ölçülere son derece dikkat etmeli, en küçük fitne kıvılcımının parlamasına musade etmemelidirler. Bunun için:

a. Bir kadın müride günlük dersini yapar.
b. Sadece kadınlar kadınlarla haftalık toplu zikir meclislerine iştirak edebilirler.
c. Bu toplu zikir meclislerinde hiçbir fitneye sebep olmazlar.  Bunun için vecd, cezbe halleri gibi hallerin vuku bulduğunda seslerini yabancı erkeklerin duyabilecekleri şekilde yükseltmezler.
d. Böyle bir toplumda zikir halkasını idare eden mutlaka izin ve musade verilmiş kendi hemcinslerinden bir kadın bulunur.
e. İslâmi ölçülerin dışına çıkılmaz. Özellikle bu meclislere gidenler, ilk önce kocalarından izin isterler. Gidiş gelişlerinde vakar içinde bulunurlar. Tabiatıyla tesettüre son derece riayet ederler. Kadınların umumi hastalıklarından olan dedi kodu ve malayâni hiçbir zaman olmadığı gibi, özellikle o toplumda hiçbir surette yer almaz. Geliş ve gidiş, orada bulunuş sırf Allah rızası için olur.

17. İlk bağlandığımız kapıya hizmetçi olacağız. Bir öteye bir beriye yalpa yapan mürid, bu manevi yolda istenilen maksada ulaşamaz. Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” buyurmaktadır. İlk defa bize tasavvufi, manevi bilgileri sunan kapıya sımsıkı yapışmak hem verdiğimiz sözün gereğidir, hem de tasavvufta mürid olmanın edeplerindendir. Aksi olanlar istikrarsız olanlardır. Hiçbir yerde tutunamaz, başarılı da olamazlar. Tasavvufi ön bilgilerden, hatırlatmalardan olan bu bölümde en çok üzerinde durulması lazım gelen madde bu olacaktır. Çünkü müptedi olan salikler, ilk tadı ve hazları almaya başladıktan sonra şeytan onun kanına hulûl ederek bu yoldan saptırmaya uğraşır. Eğer başarırsa o müridin kalbini muallakta, verdiği ilk sözünü tutamayan, istikrarsız bir kalbe sahip kimse yapar ve böylece o mürid ne ondan ne ötekinden feyz alamadan, koskoca bir deniz ortasında dalgaların tesiriyle yalpa yapan bir madde gibi yalpalar durur. Hangi sahile oturacağı malum değildir. Veyahut ta sahile selamette çıkıp çıkamayacağını kimse bilemez.

İlk sözü verdiği kapıya bağlanma hususunda şunları söylememiz de mümkündür. Böyle bir mürid bir mürşidin önünde manen silsile yolu ile, ta ilk mürşide kadar varan meşayihler önünde söz vermiştir. Bu sözü bozmaması lazımdır. Böylece o silsilenin terbiyesi altına girmiştir. Onlar çık demedikçe çıkmak, başka yollar aramak hiç hoş değildir. Zaten bir mürşid kendisinden inabe alan bir müridini asla bırakmaz. Yani bir mürid bir kapıda gıdalanan ondan sonrada başka follukta yumurtlayan tavuk olmamalıdır. Manevi gıdayı aldığı kapıya hizmet etmelidir.

18. Mürşid seçerken gerçekten kâmil bir mürşid aramalı ve onun mutlaka silsileden silsileye gelecek şekilde devam eden icazetli olanını bulmak lazımdır. Bu gördüğümüz medeniyet aleminde bazı mesleklerde veya mekteplerde nasıl şahadatname veriliyorsa, manevi mektepler olan tasavvuf mektebinde de silsile yolu ile tastikden geçe geçe ta ilk mürşide ve oradan da Resulullah’a varıncaya kadar , izin ve musaede alındığına, bu hususta yetkili kılındığına dair kandisine mürebbisi, mürşidi tarafından böyle bir şehadetname verilir ve yalnız bu şahadetnameyi hak edenler alır. Böyle bir kimseye yetki verildiğine göre ondan el almada bir sakınca yoktur. İşi kötüye kullananların mevcut olduğunu düşünerek dikkatli olmalıyız.

Her "mürşidim" diye ortaya çıkan kişinin mürşid olamayacağını unutmamalıyız.

19. İhvanlar kendi aralarında, külfet ve meşakkate varmadan birbirlerinden, manevi hayatlarından istifade etmek için ziyaretleşmelidirler. Bu ziyaretler islâmi ölçüler içerisinde ailece de olabilir. Ailelerinde böylece birbirinden faydalanmaları temin edilmiş olur. Böylece bu ziyaretler manevi islâmi ticaretlere dönüştürülmüş olur. Yani islâmi noksanlıklar birbirlerimizden istifade edilmek suretiyle giderilmiş olur. Kötü aileler kötü örnek olurlar. Deri dükkanında çalışanın üzerine, elbiselerine nasıl kötü koku sinerse, kötü ailelerle münasebet kurmakta iyi ailelere kötü kokuların sirayet etmesine sebep ve vesile olacaktır. Gül ile bulunan nasıl güzel kokular taşırsa, iyilerle düşüp kalkmakta iyilikler kazanmamıza sebep olacaktır. Ziyaretlerimiz sık sık ve usandırıcı olmamalı. Resulullah’ın “Zaman zaman ziyaret et ki muhabbetin artsın.” sözü bize bu hususta delil olmalıdır. Kelime-i tevhid bayrağı altında toplanan her müslümana, islâma hizmet etmek için bu kapı açıktır. Bu hususta kim olursa olsun ayrım yapılmaz. Çünkü dinimiz ayırıcı değil birleştiricidir, nefret ettirici değil sevdiricidir.

20. Her zaman her yerde mürşide bağlılık. Dünyanın hangi ucunda olursa olsun bu bağlılık sağlamdır ve asla kopmamalıdır. Bu hususta ‘mürşid elinde mürid gassal elindeki meyyit gibidir’ sözünü unutmamalıyız.

21. İhvanlar arasında ayrım ve seçme yapılmamalıdır. Özellikle zikir halkalarına devam etmek isteyene bu kapı açıktır. Herkes gelebilir. Allah’ın rahmetinden kimsenin kimseyi mahrum etmeye, kovmaya yetkisi ve selahiyeti yoktur. Belli olmaz kimin kimden üstün olduğu. Bunun için hiçbir kimse hor ve hakir görülemez. İçki ve kumar masaları başından kalkıp da zikir halakalarına bir defa gelmekle, eski kötü hallerine tamamen pişman olup dönenler vardır. Hem de öyle ki; böylelerinin mesafe alışları da daha sür’atli olmaktadır.

22. İnsanların ve özellikle ihvanların yaptıkları hataları islamiyete ve tarikat-ı aliyeye atmamalıdır. Bilakis İslamiyet bir ayna, islamiyeti yaşayışımıza görede aynadaki görüntü kendi görüntümüz olacaktır. Bu aynanın önüne kendimizle oraya siyah bir bez asacak olsak ayadaki görüntü simsiyah olur ve onu görürüz. Beyaz bez asacak olursak olu görürüz. Şimdi ayna siyah bezden başkasını göstermiyor diye, nur gibi parlayan aynaya (islamiyete) suç bulmak yanlıştır.

23. İhvanlar birbirlerinin menfaatlerini korumalıdırlar. Kendi menfaatini mümin kardeşinin menfaatinden üstün tutmamalıdır. Sahabeler gibi olmalıdır. Sünen-i Ebu Davud da zikredilen bir hadiste anlatıyorlar: “Bir harpte ganimetten payımıza bir ok bile düşecek olursa o okun demirli tarafını bir müslüman kardeşimiz tüylü tarafını da diğer müslüman kardeşimiz almak üzere paylaşırdık.” Yani buna biz tefâni diyoruz, birbirine kenetlenme birbirinde yok olma hali.

24. Kusursuz kimse olmayacağı için kusurlu gördüğümüz müslüman kardeşlerimizi affetmeli gerekirse ona nasihat etmeliyiz. Onların kusurları bizi islâmiyete ben onun yaptığı hatayı yapmayacağım diye daha çok bağlamalıdır. Böylece azmederek iradesini zorlamalı ve affedici olmalıdır. Yoksa dünya üzerinde kusursuz insan ararsan ancak peygamberleri ve kemal sahibi kimseleri bulabilirsin, başkalarını bulamazsın. Unutmayalım ki kötüler olmasaydı iyilerin kıymeti, iyiler olmasaydı kötülerin kötü olduğu bilinmezdi. Cennet ucuz değil cehennemde lüzumsuz olamaz. Her ikisi de yarın boş kalmayacak dolacakdır. Cenab-ı Allah her şeyi çifter çifter yaratmıştır. Nasıl ki gece gündüzü kovalıyorsa O, acıya karşılık tatlıyı, erkeğe mukabil dişiyi, güzelliğe eş çirkinliği, hayatın zıttı ölümü yaratmışsa; hayra mükabil şerri halketmiştir. Bunlar ilahi kanunlardır, kimse bu kanunları bozamaz. İyilerden olmaya gayret edelim. İyilerin Kur’an diliyle adı “Muhsinler” dir. Cenab-ı Allah: “Muhakkak ki Cenab-ı Allah muhsin olanların ecrini zayi etmez” buyuruyor. Peygamber efendimiz (s.a.v) de insanlar develer gibidirler, yüz devede ancak bir deveyi haline elverişli bulursun buyurmaktadır.

25. Sevdiğimizi Allah için sevmeli, buğzedip sevmediğimizi de Allah için buğzedip sevmemeliyiz. Yolda giderken  bana yan baktı diye bir mümin kardeşe küs durmak haramdır. Hele hele  ihvanlar arasında bu hiç hoş değildir.

Peygamberimiz (s.a.v) : “ Bir müslümanın bir müslümana üç günden fazla küs durması helal değildir.” buyurmaktadır. Ey hak yolunun yolcusu olan ihvan kardeşim kendini bu peygamberin koyduğu şaşmaz ölçüye vur. O zaman islâmiyetteki boyunun ölçüsünün ne olduğunu görürsün.

26. Haset, kin, çekememezlik bu yolun taliplerinin semtine bile uğramamalıdır. Bunlar insanın hasenatını yiyip tüketen korkunç hastalıklardır. Sende bu hastalıklardan varsa onu tedavi etmeye bak. Bunun tedavisinin yolu tevhidin ağır tokmağıdır. Onunla o nefsin başını ez ki hastalıklardan kurtulasın.

Peygamberimiz(s.a.v.); “Haset etmek hasenatın hepsini ateşin odunu yediği gibi yer” buyururlar.

27. Bu yolun yolcusu, haramların semtinden bile geçmesine musade etmez. Haramlar belli ve açıktır. Zina, kumar, içki, faiz, rüşvet, yalan-dolan, hile, dedikodu vb. Bunlar imanı zayıflatan tehlikelerdir. Bunlardan şiddetle kaçınmalıyız.

28. En büyük felaketlerden olan, insanları felaketlerden felaketlere sürükleyen dilin tehlikelerinden son derece sakınmalı ve dilimizi Allah’ın zikri ile ıslak tutmalıyız. Bu hususta peygamber efendimiz(s.a.s)’in “Dilin Cenab-ı Allah’ın zikrinden yaş olmaya devam etsin.” hadisi bizlere örnek olmalıdır, yolumuzu aydınlatmalıdır. Dilin afetlerinin ne derece büyük olduğunu sizlere şu hadisi şerifi de misal vererek hatırlatmak isterim. “İki dudağı ile iki ayağı arasını bana garanti verene ben de cenneti garanti veririm.”

29. İbadetlerimizi kalb huzuru ve huşuu içerisinde yapmalıyız. Yaptığımız amellerde riyadan yani gösterişten sakınmalıyız. Riya amellerin en büyük afetidir. Bir amele riya karışırsa o hiç yapılmamış gibidir. Böyle bir mürai kıyamet gününde eli boş olacaktır.

30. Farzların yanında nafile ibadetlerini de ihmal etme. Şunu unutma ki kul nafilelerle Cenab-ı Allah’a daha çok yaklaşır. Nafile deyince sadece orucun değil namazında nafile olanı, haccın ve zekatında nafile yapılanları vardır. Bunun için farz namazları kıldıktan sonra özellikle üç vakitte kılının nafile namazları yapmaya özen göster. Bunlar sabah namazını kıldıktan ve güneş doğduktan sonra kılınan duha namazı, akşamın peşinden kılınan evvabin ve geceleyin kılınan taheccüt namazlarıdır. Bir hadisi kudside: “Muhakkak ki kul nafilelerle bana yaklaşır” buyurulmaktadır. Nafile nev’inden oruç tutmak ve benzeri ibadetlerle de bu yolun yolcuları Cenab-ı Allah’ın sevgisini kazanırlar.

31. Hiç olmazsa ibadetlerimizi yapacak kadar dini ilmihal bilgimiz olmalıdır. Buna farz-ı ayın olan ilimler demekteyiz. Bu bilgileri öğrenmek hepimiz için zaruridir. Çünkü ilimsiz ibadet noksan olabilir. Böyle ibadetler indellah makbul olmazlar. Böylece o tip insanlar akıntıya kürek çekenler olup ahirette de elleri boş olacak olan kimseler durumundan kurtulamayacaklardır.

32. Cenab-ı Allah’ı her şeyimizden çok sevmeliyiz. Ona muhabbet ve sevgimiz günden güne artar olmalıdır. Onun büyüklüğünü düşünmeliyiz. Nasıl ve nice olduğunu düşünmekten men edilmişizdir. Bunun için dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Bize her türlü nimeti o vermiştir. Verilen bu nimetlerin şükrünü yerine getirmeliyiz. Ondan sonra peygamberini de sevmeliyiz. Yalnız sevmek laf ile olmaz. Seviyorum dediğin zaman icraatin de olacaktır. Şairin dediği gibi :

Eğer sözünde doğru isen ona itaat edersin.
Muhakkak ki seven kişi sevdiğine itaat eder.

Aşağıdaki altı esası iyi bilmeli ve tatbik etmeliyiz.

a. Kur’an’a yapışmak ve onunla amel etmek.
b. Resulullah’ın sünnetini iyi bilmek ve nefsinde yaşamak ve yaşatmak.
c. Yediğine, içtiğine dikkat etmek, haram lokmayı araştırıp yememek haramlardan el çekmek.
d. Hiç kimseye eziyet vermemek zulüm etmemek.
e. Büyük ve küçük günahların hepsinden sakınmak, şüpheli olanları terk etmek.
f. Allah hakkını, kul ve hayvan haklarını gözetmek.

33 .Kur’an’a yapışmak. Yukarıda saydığımız esaslar aslında izah edilmekten verasettedir. Böyle olmakla beraber kısaca izah edilmelerinde de fayda yok değildir. Hepimiz biliyoruz ki Kur’an-ı kerim Cenab-ı Allah’ın hem kelamı hem de son kitabıdır. Bundan sonra kitap gelmeyecektir. Onun gelişiyle diğer ilahi kitaplar hükümlerini kaybetmişlerdir. Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’i bir mucize olarak kıyamete kadar koruyacaktır. O doğmuş ve doğacak olan bütün fitnelerden kurtuluşa sebeptir. Onu bol bol okumalıyız. Okumakta yetmez içindekileri nefsimizde, ailemizde yani kısacası ölümümüze kadar tatbik etmeliyiz. Evlerde hapsedilip okunmayan Kur’an orada garip olduğu gibi, okunduktan sonra kendisiyle amel edilmezse yine gariptir. Müslümanlar olarak Kur’an-ı gariplikten kurtararak ona sımsıkı sarılmalıyız.

34. Resullullah’ın sünneti Kur’an-ı Kerim’den sonra gelir. Ona da sıkıca sarılmalıyız. Sünnet deyince Rasulullah’ın peygaberliğinden sonra yaptıkları, söyledikleri veya bir başkasının işlediğini gördüğü zaman Allah’ın emirlerine ters düşmüyorsa susarak hoş gördüğü işlerin cümlesidir. Kur’an-ı Kerim Rasulullah’ın sünnetini övmüştür. Ondan gelen sayısız hadiseler nasıl yaşayacağımızı bize göstermiştir. Bunların hepsi kitaplarda okunuyor veya anlatılıyor. İşte bunlardan kıl payı sapmamak gerekir. Sünnetinin ne olduklarını öğrenmemiz lazımdır. Sonra başkalarına da öğretmemiz İslâm kardeşliğinin icabıdır.

35. Haram lokma müslümanın iki dudağından içeriye asla girmemelidir. Peygamberimiz kişinin kabirde ilk defa kokacak uzvu onun karnı midesi olacaktır buyurmaktadır. Haramlardan kaçmalıyız. Malların helal ve temizinden istifade etmeliyiz. Müslüman olarak bunları ihmal etmemeliyiz. Allah’ın helal kıldığını hiç  kimse haram kılamayacağı gibi haram kıldığını da hiç kimse helal kılamaz. Unutmamak gerekir ki haram lokmadan temizlenmek ancak ateşle mümkündür. Haramlarla beslenen vücut günahlara daha meyyal olur. İbadetlere, hayr-ı hasenata karşı isteksiz ve tembel davranır.

 

Abdullah DEMİRCİOĞLU Hocaefendi

Top