Tasavvufta ruhtan çok bahsedilmesinin sebebi, tasavvufun insanın ruhî boyutu ve manevî tarafı ile ilgilenmesidir. “Ben Âdem´in yaratılışını tamamladığımda ona ruhumdan üfürdüm.” buyrulmuştur. Bedeni toprak ve sudan olan insanın ruhu, ilahî kaynaklı olduğundan insanlar tarafından merak edilmiş, soru ve araştırma konusu yapılmıştır.
Asr-ı saadetteki Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v)´e “ruhun ne olduğunu” sormaları üzerine inen ayette ruhun “Rabb´ın emrinden” oluşunun beyan edilmesi, aslında ruhun özelliği hakkında bir ipucudur. Ruh, insanın halife oluşuyla izah edilebilir. Halife, kendisini istihlaf edenin özelliklerine sahiptir. Çünkü O´nun adına birtakım görevler üstlenecektir. İşte insan, “imaret/yönetim ve idare” özelliği taşıyan ruhuyla yeryüzünde Allah adına birtakım sorumluluklar üstlenmiş bulunmaktadır. Ruh hakkında “çok az bilgi verilmesinin” beyan edilmesi, ruh konusunun önemi ve büyüklüğüne göre bilginin çok az oluşunu belirtmek içindir. Tasavvufta ruh ile ilgili verilen bilgiler ise genellikle ruhun tezahürleri ve özellikleri ile ilgilidir. Doğrudan ruhun kendisiyle ilgili değildir.
Nefsin mertebeleri ve özellikleri nelerdir?
Nefs, ruhun bedene girdikten sonraki halinin adıdır. Bedene hapsolan ruh, kirlenmiş ve asıl vatanından uzaklaşmıştır. Onun bu âlemden asıl vatanına dönmek üzere izlediği seyr u sülûk ve manevî yükselişteki mertebeleri değişik şekillerde tasnif edilmiştir. Bazıları üçlü, bazıları beşli, bazıları yedili tasnifler yapmıştır. En yaygın olan yedili tasniftir: Emmâre, levvâme, mülhime, mutmeinne, râziye, marziyye ve kâmile.
Nefs-i Emmâre:Münker ve günah olan şeyleri işlemeyi teşvik ve emreden nefstir. Kur´an´daki: “Çünkü nefs, kötülüğü şiddetle emreder.” ayet-i kerimesi nefsin bu makamına işaret eder.
Nefs-i emmare mertebesinde bulunan sâlik iyilik işlemez, kötülüklerden kaçmaz; ancak kötülüğün zuhurundan pişmanlık duyar. Fakat bu nedamet onun davranışlarını etkilemez. Bu sıfatla muttasıf olan nefs, hevasına fazlaca düşkündür. Bu mertebedeki sâlikin zikri “lâ ilâhe illallâh”, seyri “seyri ilallâh”tır.
Nef-i Levvâme:Yaptığı kötülüklerin akabinde zaman zaman pişmanlık duyan, sahibini münkere mülazemetten dolayı ayıplayan ve tevbeye temayül gösteren nefstir. Adını Kur´an´daki: “Levvame (pişmankar) nefse andolsun.” ayetinden alır. Zikri, Allah lafza-i celâli, seyri “seyrilillâh”tır. Bu makamda muhabbetullah hâsıl olur.
Nefs-i Mülhime: İlham ve keşfe mazhar olmaya başlayan, neyin hayır, neyin şerr olduğunu idrak edebilme melekesine sahip, şehvet isteklerine karşı kısmen direnme gücü bulunan nefstir. Adını: “Andolsun nefse isyanını ve itaatini ilham edene!” ayetinden alır. Bu mertebede zikir “Hû”, seyr “seyralellâh”tır.
Nefs-i Mutmeinne:Kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulup güzel ahlak ile hemhal olan nefstir. Bu nefs, Cenâb-ı Hakk´ın tevfik ve inayetiyle sekinet ve yakîne mazhar olarak ıztıraplardan kurtulur. Bu makamda beşeriyet fena bulup Nur-i Muhammedî zuhur ettiğinden nefs, hitab-ı ilahiye mazhar olur: “Ey itminana ermiş itaatkâr nefs!” bu makamın zikri “Hakk” ismidir. Seyri “seyr maallâah”tır.
Nefs-i Raziye:Kendisi hakkında tecelli eden kaza hükümlerine tereddütsüz teslim olup rıza gösteren nefsin makamıdır. Bu makam, sâlikin esrar-ı ilahiyyeye muttali olduğu makamdır. Zikir “Hay” ismidir. Seyr “seyr fillah” tır. Kur´an´daki: “Dön Rabb´ına, sen O´ndan razı olarak.” ayeti bu makama işarettir.
Nefs-i Merziyye:Allah ile kul arasında rızanın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah´tan, Allah´ın kuldan razı olduğu makamdır. Yukarıda geçen ayetin devamı olan: “Rabb´ın da senden razı olarak” ifadesi bunu göstermektedir. Bu makamda zikir “Kayyum” ismi, seyr “seyr ‘anillâh”tır.
Nefs-i Kâmile:Bu makamda sâlik, bütün marifet makamlarını kazanarak irşad mevkiine yükselir. Bu makam vehbîdir. Zikri “ya Kahhâr!” ismi, seyri “seyr billâh”tır.
İnsan kendi başına nefsin mertebelerini aşabilir mi?
Sufiler tarafından değişik şekillerde yapılan nefs makamlarına ait tasnifler genellikle itibarîdir. Bu bakımdan bunları insanın kendi başına aşması mümkün değildir. Mutlaka başında bir mürşid bulunmalıdır. Ayrıca yapılan bu tasnif çok kesin hatlarla birbirinden ayrılmış matematiksel bir tasnif değildir. Zaman zaman tedahüller olabilir. Ayrıca “mülhime” makamı, nefsin ilhama mazhar olduğu makamdır. Bu makam ancak ehliyetli ve liyakatli mürşidler marifetiyle aşılabilir. İlham almaya başlayan nefsin sahibi, ucb benliğe kapılabilir. Kendini “erdim” sanabilir. Böyle durumlar da “mezlaka-i akdâm” denilen ayak kaymalarına sebebiyet verebilir.
Nefs-i emmâreden kurtulmak için ne yapmalıyız?
Nefs-i emâre, daima kötülük sayılan şeylere ilgi duyan ve sahibini o tür şeylere sevk eden nefstir. Üstelik bu nefis, yaptığı kötülüklerden pişmanlık da duymaz. Bu konumda olan bir nefsi, şeriata riayet ve mutedil bir riyazatla terbiye etmeye çalışmak lazımdır. Bu bir irade eğitimidir. Nefsin hoşlandıklarını geri bırakarak onun her istediğini yapmak yerine, ona aklın ve şeriatın emirlerini yaptırmaya çalışmak gerekir.
Nefs, genellikle çocuğa benzetilir. Çocuğunu sütten kesmek isteyen anne nasıl çocuğuna direnir ve bu direnmede iradesini ortaya koyar ve böylece muvaffak olursa, nefs-i emmâre ile başa çıkmak için de sağlam bir irade ortaya koymak ve şeriat ölçüleri içinde mücahede etmek lazımdır.
Kaynak: 300 Sorufa Tasavvufi Hayat, Prof. Dr. Hasan Kamil YILMAZ