Muridan
Tefekkür-ü Mevt ve Ölmeden Önce Ölmek Kavramları

Tefekkür-ü Mevt ve Ölmeden Önce Ölmek Kavramları

Yüce dinimiz hayata çok değer vermiş; İslam uleması da dini, nesli, malı, aklı korumakla beraber zikretmiştir. Dinimizin günah olarak bildirdiği hususlarda nefsin (canın) korunması esası çoklukla görülmektedir. Kur’an’da da haksız yere bir cana kıyan kimsenin tüm insanları öldürmüş, bir canı kurtaran da bütün insanlara hayat vermiş gibi olduğu (Mâide, 32) ve kişinin dünya hayatından nasibini almasının unutulmaması gerektiği zikredilmiştir. (Kasas, 77)

Hz. Peygamber’in (s.a.s) ne kadar sıkıntıda olursa olsun hiç kimsenin ölümü temenni etmemesi yolundaki öğütleri bulunmaktadır. Şöyle buyurmuştur: “Sizden hiçbiriniz, başına gelen bir sıkıntıdan ötürü ölümü asla temenni etmesin. Şayet ölümü istercesine olağanüstü bir darlıkta kalırsa, o zaman şöyle desin: Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; benim için ölüm hayırlı olduğu vakit de beni öldür.” [1] Bir başka rivayette ise: “Sizden hiçbiriniz ölümü temenni etmesin (istemesin). Eğer o kimse iyilikle meşgul bir kimse ise, umulur ki iyiliği ve sevabı artar. Eğer kötü bir kimse ise, belki günahından tevbe eder de azaptan kurtulur.” [Buhari, “Temenni” 6]
 
Bununla birlikte Allah dostlarının, inanan ve kötülüklerden sakınan kimselerin (Yûnus, 62-63) ölmek suretiyle O’na kavuşmanın sevincini gönüllerinde taşıdıkları dolaylı biçimde anlatılmıştır. (Bakara, 94; Cum‘a, 6) Hz. Peygamber (s.a.s), “Allah’a kavuşmayı arzu eden kimse ile Allah da buluşmayı murat eder, bunu arzu etmeyen kimseyle buluşmayı ise kerih görür” buyurmuş, bunu duyan Hz. Âişe’nin (r. anha) hiç kimsenin ölmeyi hoş görmediğini söylemesi üzerine Resûlullah (s.a.s): “Senin zannettiğin gibi değildir. Bir mümine ölüm hali gelince ilâhî rıza ve lutufla müjdelenir. Artık onun için hiçbir şey âhiret yolculuğu kadar sevimli değildir. Kâfire ölüm hali gelince karşılaşacağı azap kendisine bildirilir. Artık onun için de hiçbir şey ölüm kadar sevimsiz olmaz. Kâfir, Allah’ın huzuruna çıkmaktan hoşlanmadığı gibi Allah da onunla mülâki olmayı murat etmez” [2] buyurmuşlardır. [3] Ölüm, dünya ve ahiret hayatının bu iki dönemini birbirine bağlayan ve insanı ebedîleştiren bir araçtır. Bu sebeple ölüm yaklaşık yirmi ayette “lika” (Allah’la buluşmak) kavramıyla ifade edilmiştir. [4]
 
Ölümün bir gün mutlaka geleceğini akıldan çıkarmamak, zamanı bilinmediğinden daima hazırlıklı olmak, geldiğinde de rıza göstermek kâmil müminin vasıflarını teşkil eder. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah (c.c) ile buluşma sevincini hissetmeyen, yalnız dünya hayatına gönül bağlayıp orada huzur bulan gafiller yerilmiştir. (Yûnus, 7-8) 
 
Tefekkür-ü mevt, ölüm halini düşünmektir. İnsanın dünyaya dalarak âhireti unutmasına, bedenî arzular peşinde koşmasına, ihtiras, tamah ve bencilliğe kapılmasına engel olan, ibadetlere ve erdemli hayata yönelten ölümün sıkça hatırlanması tavsiye edilmiştir. Hz. Ali (r.a) ölümü hatırlamanın hayırlı işlerin yapılmasına vesile olacağını söyler. Hz. Ömer (r.a) ölümü aklından çıkarmamak için yüzüğünün kaşına [5], “Ey Ömer! Vâiz olarak sana ölüm yeter” ibaresini yazdırmıştı. [6] Ölümü hatırlattığı ve bu şekilde kalpleri yumuşattığı için Resûl-i Ekrem (s.a.s) kabir ziyaretini tavsiye etmiştir. [7] İnsanı yeryüzünde dolaşıp eski kavimlerden kalan harabelere ibret gözüyle bakmaya ve onların âkıbetlerinden ders almaya davet eden âyetlerde de (Yûsuf, 109; Neml, 14) ölümün hatırlanmasına işaret vardır. [8]
 
Mutasavvıflar biri zorunlu (ıztırarî) diğeri iradî olmak üzere iki ölümden bahsederler. Ruhun bedenden ayrılması hakiki / zorunlu yani biyolojik ölüm; nefsin hevâ ve hevesini, arzu ve tutkularını etkisiz hale getirme, denetim altında tutma iradî ölümdür. “Ölmeden evvel ölmek” deyimiyle kastedilen budur. Hz. Peygamber (s.a.s) bir sahâbîye (r.a) dünyada bir yolcu gibi yaşamasını ve kendini ölü saymasını tavsiye etmişti. [9] Kur’an’da söz konusu edilen iki ölümden (Mü’min, 11) biri iradî ölümdür. Cüneyd-i Bağdâdî (k.s), “Tasavvuf Allah’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle yaşatmasıdır” derken iradî ölümü anlatmaktaydı. Ölümü ve sonrasını çokça düşünmeleri sûfîleri ölmeden evvel ölmeye, yani kötülük yapmayı emreden nefsi etkisiz hale getirerek kötü duygu ve düşüncelerden fâni olmaya götürmüştür. [10]
 
Rabbim bizlere dünya hayatında kendine ve insanlara hayırlı olan kullardan eylesin… Ebu Katade’nin (r.a) rivayetiyle Allah Resulu (s.a.s) buyuruyor ki: “Mü'min kul (ölünce), dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Facir (ölünce) ondan da kullar, memleket, ağaçlar ve hayvanlar kurtulur.” [11] 
 
Ve yine Necmeddin-i Kübra’nın (k.s) nasihati gibi…“Dünyaya geldiğin zaman sen ağlarken çevrendekiler gülüyordu. Öyle bir hayat yaşa ki, öldüğünde çevrendekiler ağlarken sen gülümseyerek âhirete gidesin.”
 
 
 
Dipnotlar:
[1] Buhari, Daavat” 30; Müslim “Zikir” 4
[2] Buhârî, “Riķāķ”, 41; Müslim, “Zikir”, 14-18
[3] TDVİA, cilt: 34; sayfa: 35, ‘Ölüm’ bahsi
[4] a.g.e, cilt: 34; sayfa: 34
[5] Yüzük kaşı: Yüzük taşının içine oturtulduğu kenarları tırnaklı yuvaya verilen isimdir. Mücevher sanatında bir terimdir.
[6]İhya’, IV, 435; Aclûnî, II, 112
[7] Müslim, “Cenâiz”, 106; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 77; Tirmizî, “Cenâiz”, 7
[8] TDVİA, cilt: 34; sayfa: 37, ‘Ölüm’ bahsi
[9] Müsned, II, 24, 41; İbn Mâce, “Zühd”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 20; Muhâsibî, er-Riâye li-hukukıllâh, s. 171
[10] TDVİA, cilt: 34; sayfa: 38, ‘Ölüm’ bahsi
[11] Buhari, Rikak 42; Müslim, Cenâiz 61, (950); Muvatta, Cenâiz 54, (1, 241, 242); Nesai, Cenâiz 48, 49 (4, 48)

Top