Günlük hayatımızda insanı en çok üzen ve üzerinde düşündüren konulardan biri, belki de üzerinde en çok durulması gerekeni, çok basit, hatta cevizin kabuğunu doldurmayacak kadar bayağı küçük meselelerden dolayı insanların bir birlerinin kalplerini kırmaları, gönüllerini incitmeleridir. Bu tür olaylarla eminim hepiniz her gün karşılaşmaktasınız ve çok üzülmektesiniz.
                    
					
                    
	İnsan, etrafında cereyan eden bu tür olayları görünce, kendi kendine sormadan edemiyor: Acaba bizleri sevgi ve şefkatle yaratan Yüce Yaratıcı birbirimizin kalbini kırmak için mi yaratmıştır? Buna elbette “evet” diye cevap vermek mümkün değil. Öyle ise bu kinci, kaba-saba hareketlerimiz nereden kaynaklanıyor? Niçin birbirimizin kalbini kırıyoruz? Niçin birbirimizin gönlünü incitiyoruz? Allah bizleri birbirimizin kalbini kırmak, gönlünü incitmek için mi, yoksa kırılan kalpleri yapmak için mi yaratmıştır? Niçin yapıcı olmuyoruz da kinci oluyoruz? Görevimiz insanların kalplerini kırmak, gönüllerini incitmek mi?
	Evde çocuklarımızın kalbini kırarız, eşimizin kalbini kırarız, yakınlarımızın kalplerini kırarız, iş yerinde emrimiz altında çalışanların, beraber çalıştığımız kimselerin, arkadaşlarımızın, dostlarımızın kalplerini kırarız. İnsan sormadan edemiyor: Acaba biz kırma makinası mıyız? Görevimiz bu mu?
	Gönül yaparak küçükleri sevindirmek, büyüklerin de dualarını almak varken, niçin insanların gönüllerini kırar, kalplerini incitiriz?
	Ayrım yapmadan bütün insanların, dostlarımızın gönüllerini kırmamaya dikkat etmeliyiz. Bir defa kırılırsa kolay kolay yapılmaz. Onun için atalarımız: “Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz” demişlerdir. Bakınız şair bu hususu ne güzel ifade etmiş:
	Gönül bir pınardır, çeşmesi var tası yok
	Yıkma kimsenin kalbini yapacak ustası yok
	 
	Bir başka şair de şöyle der:
	Gönül derler buna sırçadan ince
	Kırma o gördüğün şişe değildir
	Açar çiçeğini bahar gelince
	Kesme o gördüğün meşe değildir
	 
	Bilmeliyiz ki gönül yıkmak hüner değildir. Bunu insan sevgisi, şefkat ve merhametten mahrum olan herkes yapabilir. Asıl hüner harap olmuş, yıkılmış gönüllen tamir eylemektir. Şair ne güzel: söylemiş:
	Kimseye bakî değil mülk ü devlet, sim ü zer
	Bir harap olmuş gönül tamirini etmektir hüner
	 
	Faik Memduh Paşa da bir beytinde şöyle der
	Avcılık bir şikâr şey mi aceb
	Gönül avla budur nişân-ı edeb
	 
	İran’ın ünlü düşünürü Şeyh Sa’di de şöyle der:
	Dünyayı terk etmek hüner değildir
	Elinden gelirse bir gönül ek, birinin hatırını yap
	 
	Dilimizde “gönül alma” diye bir tabir vardır. İnsan bunu çokça yapmalı, birbirlerinin gönüllerini almaya çalışmalıdır. Gönül almak için çeşitli vesileler bulunabilir. Atalarımız: “Yarım elma gönül alma” demişlerdir. İnsanın, sevdiklerinin, dostlarının gönüllerini almak için onları ziyaret edip veya telefon vb. vasıtalarla arayıp hallerini sorması, imkânı varsa küçük bir hediye alıp götürmesi yeter. Önemli olan değerli hediyeler götürmek değil, hatırlayıp aramış olmaktır. Bütün insanların gönülleri hep aynı değildir; gönüller de insanlar gibi farklıdır. İnsanlar nasıl ki çeşitli karakter, meslek ve meşrebe sahipseler, gönüller de öyledir. Bütün bu gönüllere iyilikle yaklaşıp gönül alanların gönülleri şâd olur. 
	Şair ne güzel söylemiş:
	Kimi bezirgândır kimi esnaf,
	Kimi ince kalpli kimi sine saf
	Gönüller Kâbe‘dir, gir, eyle tavaf
	Gönül alanların gönlü şâd olur
	 
	Allah dostları gerçek manada gönül erleridir. Bunlar gönül üzerinde çok durmuşlar, gönül yapmaya büyük önem vermişler ve insanları incitmekten, kalplerini kırmaktan son derece sakındırmışlardır. Bu Allah dostlarından ve gönül erlerinden bir tanesi Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleridir. İbrahim Hakkı hazretlerine göre insanın gönlü Allah’ın sarayıdır, Hakkın tecelli ettiği yerdir, Yüce Rabbimizin ulu dergâhıdır.
	O bu hususları bir manzumesinde şöyle belirtir: 
	Sarây-ı “lî maallâhi” gönüldür
	Tecellîhâne vallahi gönüldür
	Ne istersen yürü var O’ndan iste
	Hüdâ’nın ulu dergâhı gönüldür
	 
	Beyitte geçen “tecellîhâne”den maksat İlâhî feyizlerin eserinin müminlerin kalplerinde belirmesidir.
	Mümin Cenab-ı Hakkın tecellisine mazhar olmak istiyorsa, gönlünü ağyârdan/Allah’ın dışındaki şeylerden temizlemelidir. Onun için denilmiştir ki:
	Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecelli ede Hak 
	Padişah girmez saraya hâne ma’mur olmadan
	 
	Bir başka şair de gönlün Yüce Allah’ın evi olduğunu, Allah’ın dışındaki şeylerden temizlenirse yüce Allah’ın gönül sarayına ineceğini şöyle ifade eder: 
	Dil beyt-i Hüdâ’dır ânı pâk eyle sivâdan
	Kasrına nüzul eyleye Rahmân gecelerde
	 
	Yunus Emre de gönlü Allah’ın tahtı olarak görür ve gönül yıkanın hem bu dünyada, hem ahirette bedbah olacağını belirterek şöyle der:
	Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı
	İki cihan bedbahtı, kim gönül yıktı ise
	 
	Sinan Paşa da müminin kalbinin Allah’ın Arşı olduğunu, onu yıkmanın çok azgınlık ve taşkınlık olacağını belirterek şöyle der:
	Kalb-i mümin Arş-ı Rahmân’dır 
	Anı yıkmak ziyade tufandır. 
	 
	Bir başka şair de fakirlerin kalplerini kıranların Hakk’ın oklarına hedef olacağını belirterek şöyle der. 
	Fukara kalbine her kim dokuna
	Dokuna sinesi Hakk’ın okuna 
	Cihan bağında ey âkil 
	Budur makbulü ins ü cin 
	Ne kimse senden incinsin
	Ne sen kimseden incin
	 
	Evet, ne güzel hayat düsturu! Öyle güzel bir ahlaka sahip olmalıyız, öyle erdemli bir hayat sürmeliyiz ki; ne kimse bizden incinsin, ne de biz kimseden incinelim.
	Bunun için bir taraftan başkalarını incitmemeye gayret gösterirken, diğer taraftan başkalarının kusur ve hatalarını affedecek kadar hoşgörülü olmalıyız. Yunus Emre’nin dediği gibi insan Rabbini Kudüs’te, Kâbe’de, hacda değil, kalbinde aramalı ve kesin olarak bilmeli ki eğer bir mü’minin kalbini kırarsa Hakk’a eylediği secde değildir. Yunus Emre bu hususu manzum olarak şöyle ifade eder:
	Dervişlik baştadır, taçta değildir
	Hararet nardadır, saçta değildir
	Ararsan Mevla‘yı kalbinde ara
	Kudüs’te hacda, Kâbe’de değildir
	Eğer bir mü’minin kalbini kırarsan
	Hakk’a eylediğin secde değildir
	 
	Yunus Emre bir başka manzumesinde, bir kez gönül yıkan kimsenin kıldığı namazların hayrını göremeyeceğini belirterek şöyle der: 
	Bir kere gönül yıktın ise
	Bu kıldığın namaz değil
	Yetmiş iki millet dahî
	Elin yüzün yumaz değil
	 
	Onun için şair gönül yapmayı Kâbe’yi yapmaktan, üzüntülü, kederli olan kimseleri sevindirmeyi de köleyi hürriyetine kavuşturmaktan daha güzel ve sevaplı olduğunu belirterek şöyle der:
	Gönül yapmak Halil‘im Kâbe bünyâd eylemekten yeğdir
	Dil-i mahzunu şad etmek kul âzâd eylemekten yeğdir
	 
	Yazımızı gönül erlerinden büyük Allah dostu Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şu mısralarıyla noktalayalım:
	Hiç kimseye hor bakma
	İncitme gönül yıkma
	Sen nefsine yan çıkma
	Mevlâ görelim neyler
	Neylerse güzel eyler
	 
 
					
	
                    
                    
                        
                            
                                Bizi sosyal medyada paylaşın: