Muridan
13. eş-Şeyh Ebû Bekir Delfî b. Ca'feri'ş-Şiblî (k.s)

13. eş-Şeyh Ebû Bekir Delfî b. Ca'feri'ş-Şiblî (k.s)

Büyük velîlerden. Adı Câfer, babasının adı Yûnus'tur. Künyesi Ebû Bekr'dir. 861 (H.247) senesinde Samarrâ'da doğdu. Bağdât'a gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdî'nin talebesidir. Aynı zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmâm-ı Mâlik'in Muvattâ'sını ezbere bilirdi. Zamanının bir tânesi olan Ebû Bekr-i Şiblî 945 (H.334) senesinde Bağdât'ta vefât etti.

Ebû Bekr-i Şiblî, takvâ sâhiblerinin tâcı, birçok riyâzetleri ve kerâmetleri ile evliyânın reîsi, akıl âleminin meş'alesi idi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinlemiş ve nakletmiştir. Öğrenmek hususundaki şiddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi. Ebû Bekr-i Şiblî'den; Ebü'l-Fadl Abdülvâhid Temîmî, Ali Acemî, Ebû Hasan-ı Hudrî, Ebü'l-Hasan Meşnî, Ebû Zer Râzî, Yâkûb Seyyid, Ebû Sehl Muhammed bin Süleymân ve birçok âlim ders almış ve ilim öğrenmiştir.


Ebû Bekr-i Şiblî hazretlerini Cüneyd-i Bağdâdî çok sever, ziyâde önem verirdi. Onun için: "Her kavmin bir tâcı vardır. Bu kavmin tâcı da Şiblî'dir. Ebû Bekr-i Şiblî'ye, birbirinize baktığınız gözle bakmayın. O müstesnâ bir kimsedir." buyururdu.


Zamanın büyük âlimlerinden olan Hayrünnessâc hazretlerine giderek, onun talebesi olmak istedi. Hayrünnessâc hazretleri; "Ey Şiblî! Sen, Cüneyd-i Bağdadî'nin yakınlarındansın. Senin nasîbin ondadır." diyerek Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine gönderdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri önce; "Git, çıra sat!" buyurdu. Bunun üzerine, bir sene çıra satıp tekrar huzûrlarına çıktıklarında; "Daha düşüncelerinde dünyâya muhabbet var." buyurarak başka bir iş verdiler. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktığında; "Bir sene de burada hizmet et!" buyurdular. Bu hizmetten sonra hocası; "Şimdi hâlin nasıldır?" diye sordu. Şiblî hazretleri; "Artık kendimi insanlardan üstün tutmuyorum." dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri; "İşte şimdi kendini kurtardın." buyurdu. Sonra Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin derslerine devâm ederek, onun gözde talebelerinden oldu. Tasavvufta yüksek mertebelere kavuştu. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinden sonra onun yerine geçip, yüzlerce talebe yetiştirdi.


Şiblî hazretleri buyurdu ki: "Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tânesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî seâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki: "Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehennem'e dayanabileceğin kadar günâh işle..."


Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri bir gün Ebû Bekr bin Mücâhid Mükre hazretlerinin bulunduğu mescide girince, İbn-i Mücâhid hemen ayağa kalktı. Daha sonra İbn-i Mücâhid hazretlerinin arkadaşları kendisine; "Sen niçin Vezir Ali bin Îsâ için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?" diye sordular. İbn-i Mücâhid cevâben şöyle dedi: "Ben Resûlullah efendimizin tâzim ettiği bir zât için ayağa kalkmayayım mı? Ben Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm. Bana; "Yâ Ebâ Bekr! Yarın sana Cennet ehlinden bir kişi gelecek. O geldiğinde, ona ikrâmda bulun!" buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber efendimizi tekrar rüyâmda gördüm. Bana; "Yâ Ebâ Bekr! Allahü teâlâ, Cennet ehlinden olan kimseye ikrâm ettiğin gibi sana da ikrâm etti." buyurdu. Ben "Yâ Resûlallah! Şiblî bu dereceyi nasıl elde etti?"diye sordum. Peygamber efendimiz; "O, beş vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve meâlen; "And olsun size, içinizden bir Peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür. Müminlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler." (Tevbe sûresi: 128) âyet-i kerîmesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapıyor." buyurdu. Ben bunu yapanı tâzîm etmeyeyim mi?"
Bir gün biri Şiblî hazretlerine gelip, geçim derdinden bahsetti ve şöyle söyledi: "Efendim! Nafakası üzerime düşen evlâdım çoktur. Onların ihtiyaçlarını göremiyorum. Ne olur bana bir çâre gösterin." Bunun üzerine Şiblî hazretleri; "Hemen evine git, kimin rızkını sana bağlı görürsen kapı dışarı at. Kimin rızkını Cenâb-ı Hakk'a bağlı görürsen, o da evde kalsın." dedi. Bunun üzerine o zât; "Ben kitaplarda okudum, Allahü teâlâ her kulun rızkına kefîldir." dedi. İmâm-ı Şiblî; "Öyleyse üzülmeye gerek yok. Allahü teâlâ her mahlûkun rızkına tek tek kefildir." buyurdu.


Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, vefât etmeden biraz önce buyurdular ki: "Üzerimde bir dirhem kul hakkı vardır. Onun sâhibi için, bin dirhem sadaka vermiştim. Bununla berâber, hâlâ gönlüme ondan ağır bir şey gelmez."


Henüz vefât etmeden, bir çok insan cenâze namazını kılmak için geldiler. Firâsetle buyurdu ki: "Ne şaşılacak şeydir ki, ölülerden bir grup, yaşıyan bir kimsenin cenâze namazını kılmaya geldiler."


Hizmetini gören Bekr Dîneverî şöyle anlatır: "Şiblî hazretleri, son hastalığı ânında; "Bana abdest aldırın." diye işâret etti. Ona abdest aldırdım. Sakalını hilâllemeyi unutmuştum. Elimi tutarak, sakalının içine koydu. O anda da, rûhunu teslim etti."


Vefâtından sonra kendisini rüyâda gördüler. Münker ve Nekir'in suâline karşı ne yaptın? diye sordular. Şöyle cevap verdi: "Geldiler, Rabbin kimdir dediler. Benim Rabbim O'dur ki, size ve bütün meleklere Âdem aleyhisselâma secde edin diye emir verdi. Ben o zaman, Âdem aleyhisselâmın arkasında idim. Size bakıyordum." dedim. Bu cevap, bütün Âdemoğullarını kurtarır deyip gittiler.


Ebû Bekr-i Şiblî buyurdu ki: "Dünyâdaki sermâyenize çok dikkat edin ve bilin ki âhiretteki sermâyeniz de bu olacaktır."


"Zühd; kalbi mal yerine, onu yaratanına döndürmektir."


"Kim Allahü teâlâyı bilirse, gam ve keder içinde olmaz."


"Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmiş olmaz."


"Şükür; nîmeti değil, nîmeti vereni görmektir."


"Sevgi; zevkte şaşkınlık, saygıda ise hayranlıktır."


"Allahü teâlâ, Dâvûd aleyhisselâma vahy gönderdi ve "Ey Dâvûd! Zikrim zikredenlerin, Cennetim ibâdet edenlerin, kâfi olmaklığım tevekkül edenlerin, nîmetimin çoğalması şükredenlerin, rahmetim iyi işler yapanların, ünsiyetim müştakların ve ben, muhiblerime mahsûsum" buyurdu."


"Hürriyet, kalbin hür olmasından başka bir şey değildir."


"Cehennemlik olmanın alâmeti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakire bir parça ekmek vermemek. Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyâfette yüz altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir."


"Tasavvuf; tam olarak beş duyu organını günahlardan korumak, her nefes veriş ve alışında günah işlememeye dikkat etmektir."


"Bir şahıs ne zaman mürid olabilir?" sorusuna şu cevâbı verdi: "Seferde ve hazarda hâli hep aynı olan kimsedir. Yalnız olduğu zaman da, başkalarının yanında olduğu zaman da aynı davranışlar içinde olandır."


ASIL HASTA KİM?


Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri bir gün hastalanmıştı. Bunu duyan devrin hükümdârı, kendisine Nasrânî (Hıristiyan) bir tabib gönderdi. Tabib, hastanın yanına girdiğinde şöyle sordu: "Gönlün neyi istiyor?" Ebû Bekr-i Şiblî, "Gönlüm senin müslüman olmanı istiyor." diye cevap verince, tabib; "Eğer ben müslüman olursam, sen gerçekten hemen iyi olur, yataktan kalkar mısın?" diye sordu. Şiblî hazretleri; "Elbette iyi olur, yataktan kalkarım." diye cevaplayınca, tabib derhal müslüman oldu. Şiblî hazretlerinin hastalığından eser kalmadı. Birlikte el ele tutuşarak hükümdârın huzûruna gittiler. Hükümdar onları görünce şöyle dedi: "Ben tabibi hastaya gönderdim sanıyordum. Meğer işin aslı öyle çıkmadı. Anladım ki hastayı tabibe göndermişim."


Ebû Bekr-i Şiblî hazretlerinin hizmetinde bulunan Bekr Dîneverî şöyle anlatır: "Hazret-i Şiblî'nin ömrünün son günlerinden bir cumâ günüydü. Hastalığı biraz geçtiği için bana; "Câmiye gidelim." dedi. Berâber giderken bana karşıdan gelmekte olan şahsı işâret etti ve; "Şu şahsı görüyor musun?" deyince; "Evet." diye cevap verdim. Bunun üzerine; "İşte onunla yarın bizim işimiz olacak." dedi. O gece Şiblî hazretlerinin hastalığı arttı ve vefât etti. Bana; "Falan yerde sâlih bir kimse var sabahleyin haber ver de cenâzeyi yıkasın." dediler. Sabah olunca târif edilen zâtın evine gidip kapısını çaldım. Hâne sâhibi; "Şiblî hazretleri vefât mı etti?" diye sorunca; "Evet." dedim. Dışarı çıkınca bir de baktım ki, Şiblî hazretlerinin dün işâret ettikleri kimse değil mi? Hayret ederek "Lâ ilâhe illallah" dedim. O zât; "Neden hayret ettin?" deyince, Şiblî hazretlerinin, kendisini göstererek söylediklerini naklettim."

İstifade Edilen Kaynaklar:

 

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.366

2) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.337

3) Kâmûs-ul-A'lâm; c.4, s.2842

4) Risâle-i Kuşeyrî; s.148

5) Tezkiret-ül-Evliyâ; s.379

6) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.103

7) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.273

8) Târih-i Bağdâd; c.14, s.389

9) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.338

10) Dibâc-ül-Müzehheb; s.116

11) El-A'lâm; c.2, s.341

12) Nefehât-ül-Üns; s.228

13) Keşf-ül-Mahcûb; s.312

14) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; c.2, s.8

15) Rehber Ansiklopedisi; c.16, s.85

16) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.35

Top