Muridan
Bir Hikayenin Düşündürdükleri

Bir Hikayenin Düşündürdükleri

Sahip olduğumuzu sandığımız dünya materyallerinin aslında bize ait olmadığını ve bir gün bırakıp gideceğimizi her fırsatta söyleriz. Ama kazanımlarımızı biriktirerek ve sonra yine dünyada bırakacağımız materyallere yatırım yaparak kendi sözümüze ters düşeriz. Yani söylemlerimizle eylemlerimiz birbirinin zıttı olacak şekilde hareket ederiz. Hayır demeyelim…

 
Zira hem kendimizde hem de çevremizde bunun böyle olduğunu görmekteyiz. 
“Hayır kapısı çoktur, yapıcısı azdır” sözünün ne anlattığı açık ve net bir biçimde ortadadır. Biz o yapıcısı az denilen dairenin içinde miyiz? Dışında mıyız? Başımızı ellerimiz arasına alalım ve samimi olarak özeleştiri yapalım. Allah için ne harcıyoruz? Nakit, mal, zaman, güç yani maddi ve manevi şu yaşımıza kadar Allah için ne yaptık ve bundan sonra ne yapmayı plânlıyoruz?
Bir yetimin yüzünün gülmesi için onu giydirdik mi? Ya da açım diyen birine ikramda bulunduk mu? Sıkıntıda olan yan komşumuza karşılıksız nakdi yardım ettik mi?  Kışın yakacağı olmayan dar gelirli tanıdığımız ya da tanımadığımız birine Allah rızası için yardım ettik mi? Belki de amel defteri hiç kapanmayacak olan bir cami, vakıf, dernek ya da Allah’ın (c.c) zikredildiği bir dergâhın inşasına gücümüzü zorlayarak yardım edebildik mi? Allah’ın (c.c) rızasını kazanmanın kısa yolunun, bir evliyanın rızasını kazanmaktan geçebileceğini, Allah’ın (c.c)  huzuruna çıktığımızda “Ya Rabbi senin sevdiğin falanca evliya kulun var ya işte sana onun hoşnutluğunu, rızasını getirdim. O benden hoşnut ve razı idi. Onun hatırına beni affet ” diyebilmenin ne derece önemli olduğunun farkına varabildik mi? İlmimiz ya da amellerimizdeki samimiyeti hiç sorguladık mı? Bunları satırlarca çoğaltabiliriz.
Kendi nefsimiz için harcadıklarımıza baktığımızda, başımızı sokacak kadar evimiz varken daha büyüğünü almak için ya da ikinci evi almak için bir takım sıkıntılara borçlara girdik mi? Arabamız varken daha modellisini alabilmek için ikinci bir işte çalışarak sağlığımızın bozulmasına sebep olduk mu? Ya da evimizdeki eşyalarımızı demode oldu diyerek yeni çıkan modellere harcama yaparak ve bu borçları ödeyebilmek için daha fazla çalışarak yorgunluktan bitkinlikten namazımızı terk ederek uyuya kaldık mı?
“Yamadık, dünyamızı yırtarak dinimizden” sözünün kendi hayatımıza ne derece sirayet ettiğini hiç inceledik mi?
Sofralarımızı dostlarımıza açarken “En sevimsiz sofra zenginlerin olup fakirlerin olmadığı sofradır!” sözünü dikkate aldık mı? Varlıklı dostlarımızın düğün merasimlerine pahalı hediyelerle giderken, gariban tanıdıklarımızın bin bir güçlükle sıkıntıyla yapmaya çalıştığı düğün merasimlerine nasıl olsa buradan bize pahalı hediye gelmez diyerek ufak bir hediye ile geçiştirdik mi? Ya da işim var diyerek hiç gitmedik mi? Sıkıntı için de olup bizden borç talep eden gariban tanıdığımıza borç vermemek için bahaneler ürettik mi? “Az sadaka çok belâyı defeder” sözünün hakikatini hiç düşündük mü?  Bunları da satırlar dolusu çoğaltabiliriz. 
Sevgili dostlar; hepimiz Allah yolunda nefs ile mücadele içinde olduğumuzdan yukarıda yazılanlar bu mücadelenin iç alemimizden dışarıya fiil olarak yansımalarıdır. Yani “Sirke küpünden dışarıya sızan, sirkedir.” 
Kim bilir belki aşağıdaki hikâye bize bir şeyler anlatır, belki cennet zannedildiği kadar pahalı değildir.      
Cennet’in Fiyatı: 
Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni onun bu halini fark etti: “Hayrola Ali” dedi. “Eve gitmeyecek misin?” Ali son arkadaşının da çıktığını görünce:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim, dedi.
- Peki dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet ne olmuş Ahmet 'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem siz de ona verseniz? 
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla Ali’nin de ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini de istemiyordu. 
Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.
Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi! Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen Ali 'ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı !!
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için !!
- Güzel dedi Nurhan Öğretmen. Bak şimdi Ali! Ahmet 'in ailesinin durumu pekiyi değil bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
- Olmaz dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
- Neden olmaz?
- Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah (c.c) beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: “Ağaç yaş iken eğilir” deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem zengin olduğum günlerde de daha zengin olacağım günlere erteler kendimi kandırmış olurum.
Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.
Nurhan Öğretmen karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım dedi.
- Açıklayayım öğretmenim dedi Ali. Şimdi çok zengin olmadığım için ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah (c.c) Cennet 'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre Cennet 'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet 'e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen 'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet ' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı. 
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali 'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini yakutlarını elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar bu bozuk simit paraları Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı… 
Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken Bekçi Sadık Efendi “bozuk simit paralarıyla cenneti satın almak, bozuk simit paralarıyla cenneti satın almak” diye Nurhan Öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde “ne dediniz Hocam?” demesini bile duymayan Nurhan Öğretmen bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alacakaranlığına karışıvermişti.
Evet sevgili dostlar, herkes gücü nispetinde hesaba çekilecek ise zamanı iyi değerlendirmek lazımdır. Zira zamanın bedeli ve geri dönüşü yoktur. Yarın yarın diyerek hayrı ertelemek doğru değildir.
“Hayat bir gündür, o da bu gündür” sözü üzerine anı ganimet bilip değerlendirmek ve “ne doğrarsan çanağına o gelir kaşığına”  sözünü iyi anlamak ve hayatımıza tatbik etmek dua ve temennileriyle.
Allah’a emanet olun.
 
***
Hakkı Yaşar Bulut

Top