Muridan
Kalbin Arı-Duruluk Kıvamı, İhlâs - Dr. Durak PUSMAZ

Kalbin Arı-Duruluk Kıvamı, İhlâs - Dr. Durak PUSMAZ

Tarihçi Tahsin Ünal, Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi isimli eserinde (s.67) şöyle bir olay anlatır: “İstanbul fethedilince Fatih Sultan Mehmed’e pek çok şair kasideler yazıp sunmuş, zamanın âdeti gereği kendilerine büyük bahşişler verilmişti.

Bu arada bir Türkmen saz şairi de:
 
Devletlü hünkârım sabahınız hayır olsun
Yediğin bal ile kaymak, güzergâhın çayır olsun
 
diye yazıp göndermişti. Bu iki mısrayı çok beğenen Fatih, ozana çok ihsanda bulunmuş, büyük miktarda bahşiş vermişti. Bu durumu garipseyen adamları:
‘Efendimiz, bundan daha iyi şiirler yazıp gönderenlere daha az bahşiş verdiğiniz halde, şu manasız iki mısrayı gönderene daha çok bahşiş verdiniz. Bunun sebebi ne ola ki?’ dediklerinde, Fatih:
‘Bunu hepsinden daha samimi ve riyadan uzak buldum.’ demiştir.
Evet, samimi olmak, içten geldiği gibi davranmak, yapmacık hareketlerden uzak olmak çok güzel şey. Bunlar insanın kadrini yüceltir, değerini artırır, güzelliğine güzellik katar, Allah katındaki manevi mertebesini yüceltir. Dinimizde buna kısaca ‘İhlâs’ diyoruz. İhlâs; kalbi temiz tutmak, safiyetini bozacak şeylerden uzaklaştırmak demektir. İhlâs, riyanın zıddıdır.
Riya; ibadet ve işlerin samimi niyetle değil, gösteriş için yapılmasıdır. İhlâs ise ibadet ve işlerin samimi niyetle, içtenlikle Allah rızası için yapılmasıdır.
Riyada maddi menfaat, çıkar söz konusudur. Riyakâr insanlar maddi menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yaparlar, ona göre hareket ederler. İhlâsta ise iyi niyet ve Allah rızası esastır. İhlâslı kimseler yaptıkları her şeyi Allah rızası için yaparlar, gönülden yaparlar.
Riya iki yüzlülüktür. İhlâs ise içtenliktir, samimiyettir, dini ve ibadeti Allah’a halis kılmaktır. Bu yüzden Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“İnsanlara, dini yalnız Allah’a halis kılarak ibadet etmeleri emrolundu..” (Beyyine Sûresi, 98/9)
“De ki benim Rabbim adaleti emretti. Her mescidde/her secde yerinde yüzünüzü O’na doğrultun, dinde O’na karşı samimi olun ve O’na yalvarın. İlk defa sizi nasıl yarattı ise yine O’na döneceksiniz.” (A’râf Sûresi, 7/29)
De ki; Allah bizim ve sizin Rabbiniz olduğu halde, O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na ihlâsla/gönülden bağlananlardanız.” (Bakara Sûresi, 2/139)
Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre riya, münafıklık alametidir. Peygamber Efendimiz zamanında münafıklar da aslında inanmadıkları halde gösteriş için camiye ve cemaate giderler, mallarını hayır yolda sarf eder gibi görünürler, hatta savaşlara bile katılırlardı. Haklarında inen ayetlerde onların samimiyetsiz, sırf gösteriş için yaptıkları bu tür davranışları kınanarak şöyle buyrulur:
“Münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar. Müslümanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı da pek az hatırlarlar.”  (Nisâ Sûresi, 4/142)
“Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını insanlara gösteriş için sarf ederler.” (Nisa Sûresi, 4/38)
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mani olurlar.” (Mâûn Sûresi,107/ 4-7)
“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler. Onlar kendi akıllarınca güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ama bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalan sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.” (Bakara Sûresi, 2/8-10)
Genel olarak insan, yaptıklarının başkaları tarafından görülmesini, takdir edilmesini ister. Bu, insanın yaratılışında vardır. Onun için ihlâsla amel etmek nefse güç gelir. Bu yüzden sevabı çoktur. Zaten Yüce Rabbimiz yalnız ihlâsla yapılan amel ve ibadetlerimizi kabul eder.
Sevgili Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde:
Allah, sadece halis niyetle ve kendi rızası için yapılan işleri kabul eder.” (Nesâî, Cihad/24) buyurmuştur.
Riyakârların yaptıkları amel ve ibadetlere gelince, bunların Allah katında hiçbir kıymeti, hiçbir değeri yoktur. Onlar kendilerini boşa yormaktadırlar. Onun için Peygamber Efendimiz:
“Nice oruç tutanlar vardır ki oruçlarından yanlarına kalacak olan ancak açlık ve susuzluklarıdır. Nice geceleyin kalkıp namaz kılanlar da vardır ki, namazlarından yanlarına kalacak olan ancak uykusuzluklarıdır.” (İbn Mâce, Sıyâm/21)
“Kim bir amel ve ibadeti insanlara işittirmek için yaparsa Allah da onu kıyamet gününde insanların huzurunda rezil rüsvay eder. Kim riyakâr bir tutum sergilerse Allah da onun bu durumunu insanlara gösterir.” (Buhârî, Rikâk/36) buyurmuştur.
Aslında amel ve ibadetlerimizin bir şeklî yönü, dış görünüşü vardır, bir de iç yönü. Bedenimize nispetle ruhumuzun durumu ne ise, ibadetlerimizde ihlâsın durumu da odur. Nasıl ki bedenimize hayatiyet veren, canlılık ve hareketlilik kazandıran ruhumuz ise, ibadetlerimizi değerli kılan da ihlâsımızdır. Ruhsuz beden bir şeye yaramadığı gibi, ihlâssız amel ve ibadetler de bir şeye yaramaz. Onun için sevgili Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde:
“Şüphesiz ki Allah sizi değerlendirirken şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat O, sizin amellerinize ve kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr/34) buyurmuştur.
Hikem-i Atâiyye isimli kitapta da İhlâsla ilgili şöyle denir:
“Amel ve ibadetler bir takım şekil ve suretlerdir. Bu suretlerin ruhu ise kendilerinde mevcut olan ihlâsın sırrıdır.” (Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, İst. 1965, s.165)
Büyük mutasavvıflardan Fudayl b. Iyaz (ö.187/803) da:
“Bir zamanlar yaptıklarını riya için yaparlardı, şimdi ise yapmadıklarını riya için yapıyorlar.” der.
Gerçekten nice kimseler vardır ki yapmadıkları güzel şeyleri yapmış gibi görünürler veya başkalarının yaptıkları güzel şeyleri kendilerine mâl etmeye çalışırlar. Bu gibi kimseler toplumda her zaman görülmektedir.
Riyakâr kimseler yalnız iken başka türlü davranırlar, insanların içerisinde iken başka türlü davranırlar. Kimlikleri oluşmamış, kişiliklerini kazanamamışlardır.
Onlar hakkında Hz. Ali Efendimiz der ki:
“Riyakârın iki alameti vardır: Yalnızken tembel, insanları görünce gayretli olur. Methedilince fazla amel, kötüleyince ise az amel yapar.”
Ebû Umâme, mescidde ağlayan birini görünce:
“Acaba evinde de böyle yapıyor mu?” derdi.
Büyük mutasavvıf Cüneyd Bağdadî der ki:
“İhlâs, kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilmez ki sevap yazsın, şeytan ona muttali olmaz ki ifsat etsin. Hevâ ve heves onu fark edemez ki kendisine meylettirsin.” (H.Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.169)
İslâm âlimleri riyayı ‘küçük veya gizli şirk’ olarak kabul ederler. Aslında riyanın küçük şirk olduğunu Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde beyan etmiş, ashabına ve ümmetine:
“Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir” buyurmuş,
“Yâ Rasûlallâh! Küçük şirk nedir?” diye sorduklarında:
“Riyadır. Kullara amellerinin karşılığı verildiği gün, Allahü Teâlâ riyakârlara: ‘Dünyada iken iş ve ibadetlerinizi gösteriş için yaptığınız kimselerin yanına gidiniz, onların yanında yaptıklarınızın mükâfatını bulacak mısınız bakalım!’ der.” (Ahmed, Müsned, V, 428) buyurmuştur.
Başka bir rivayette de:
“Şüphesiz ki riya şirktir.” (İbn Mâce, Fiten/16) buyrulmuştur.
İhlâs, sâlih amel/yararlı iş ve ibadetlerin ilk şartıdır. İhlâs olmadan sâlih amel ve ibadet olmaz. Onun için Yüce Allah:
“Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf Sûresi, 18/110) buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerimde, dini halis olarak Allah için kılmak, ibadet ve dualarımızı sırf O’na yapmak üzerinde ısrarla durulur. Zümer sûresinde:
“Biz sana kitabı gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde sen de dini yalnız Allah’a tahsis ederek/ihlâsla ibadet et. İyi bilin ki halis din, yani bütün gönlüyle candan itaat, yalnız Allah’a yaraşır.” (Zümer Sûresi, 39/2-3) buyrulur.
İbn Merdûye’nin Yezid el-Kursî’den naklettiğine göre bir şahıs Hz. Peygamber’e:
“Şayet biz mallarımızı şan şöhret olsun diye tasadduk edersek, Allah bize bir mükâfat verir mi?” diye sormuştu. Hz. Peygamber:
“Hayır!” diye cevap verince bu sefer o şahıs:
“Hem Allah rızası, hem de şan şöhret için tasadduk edersek?” diye sordu. Hz. Peygamber:
“Allah, halisane olarak sadece kendi rızası için yapılmamış hiçbir ameli kabul etmez.” dedi ve bu ayeti okudu. (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân (trc. M. Han Kayani ve dğr.), İst.1996, V, 94)
Kur’ân-ı Kerim’de mütevazı ve ihlâslı kimselerin bazı güzel vasıflarına işaret edilerek şöyle buyrulur:
“Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O halde sadece O’na boyun eğin. Ey Muhammed! Mütevazı ve ihlâslı olanları müjdele. Onlar Allah’ın adı anıldığı zaman kalpleri titreyen, uğradıkları musibetlere sabreden, namazlarını dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızklardan hak yolunda harcayanlardır.” (Hac Sûresi, 22/34-35)
Evet, ihlâslı kimseler bu gibi güzelliklere sahip yüce insanlardır. Kalplerindeki ihlâsın alametleri ve pırıltıları dillerinde ve hareketlerinde belirir. Onun için sevgili Peygamberimiz:
“Kim kırk gün Allah için İhlâsla hareket ederse hikmet pınarları kalbinden diline dökülür.” (el-Fethu’l-Kebîr, II, 376) buyurmuştur. Efendimiz konu ile ilgili diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurur:
“Kalbini imanda samimi kılan, onu her türlü kötülüklerden arındıran, dilini doğru tutan, nefsini huzur ve sükûna kavuşturan, ahlakî yönden istikamet sahibi olan, kulağını gerçekleri dinlemeye, gözünü de gerçekleri görmeye açık tutan kimse kurtuluşa ermiştir.” (el-Fethu’l-Kebîr, II, 131)
“Mümin bir kimsenin kalbi şu üç özelliğe sahip olduğu müddetçe hıyanet, kin ve husumet beslemez: İş ve ibadetleri, tam bir ihlâs ve Allah için yapmak, Müslümanların başlarındaki idareciler için hayır dilemek, Müslümanların cemaatinden ayrılmamak. Çünkü Müslümanların duası onları arkalarından kuşatır.” (Tirmizî, İlim/7)
Yazımızı Hacı Bektaş-i Velî’nin şu beytiyle noktalayalım:
 
Niyetin temiz, özün berrak olsun.
Gördüğünü ört, görmediğini söyleme.

Top