Muridan
İnsan Avcısı Süraka

İnsan Avcısı Süraka

Sürâka, mecliste biraz eğleştikten, oyalandıktan sonra, kalkıp evine girdi. Hemen atını alıp çıkmasını ve yüksek tepenin arkasında kendisini beklemesini cariyesine emretti.

Kureyş müşriklerinin saldıkları elçi Müdlic oğulları yurduna varıp, Peygamberimiz (a.s) ile Hz. Ebu Bekir’den her birini öldüren veya esir eden kimseye mükâfat olarak birer diyet (yüzer deve) ver­ileceğini duyurmuştu. Peygamberimiz (a.s) ile Hz. Ebu Bekir de, o gün, Salı günü, Müdlic oğullarının yurdu olan Kudeyd’e ulaşmış bulunuyorlardı. Sürâka b. Malik’in Müdlic oğullarının meclis­lerinden birisinde oturduğu sırada, Müdlic oğullarından bir adam gelip üzerine dikildi ve ona:

“Ey Sürâka! Ben biraz önce sahile doğru giden birkaç yolcu gördüm. Sanırım ki, onlar Muhammed ile ashabıdır!” dedi.

Sürâka, adamın gördüklerinin Peygamberimiz (a.s) ile ashabı olduğunu anladı. Ona, gözüyle “Sus!” diye işaret ettikten sonra:

“Senin gördüğün yolcular onlar değildir. Herhalde, sen filan filan kişileri görmüşsündür ki, biraz önce, yitiklerini aramak için, gözümüzün önünden geçip gitmişlerdi.

Onlar ancak filan oğullarıdır. Yitiklerini arıyorlardır!” dedi.

Adam da:

“Olabilir!” diyerek karşılık verdi.

Sürâka, mecliste biraz eğleştikten, oyalandıktan sonra, kalkıp evine girdi. Hemen atını alıp çık­masını ve yüksek tepenin arkasında kendisini beklemesini cariyesine emretti.

Zırhını giyindi, silahını kuşandı, fal okunu çıkardı.

Onlara zarar verip veremeyeceğini anlamak için, fal okunu çekti.

Hoşlanmadığı şey, zarar veremeyeceği oku çıktı!

Buna rağmen, Sürâka, Peygamberimizi (a.s) tutup Kureyşilere teslim edince yüz deveye kavuşacağı umudunu yitirmedi.

Hemen kargısını alıp, evin arka tarafından dışarı çıktı.

Kargısının parıltısı göze çarpmasın diye alt tarafını yerde sürükleyerek, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atının yanına vardı, üzerine ati adı. Kendisini gayesine bir an önce yaklaştırması için, onu dörtnala kaldırdı.

Peygamberimiz (a.s) ile Hz. Ebu Bekir’i gördü. Seslerini işitecek kadar, kendilerine yak­laştı, yetişti.

Hz. Ebu Bekir dönüp bakınca, bir süvarinin kendilerine gelip yetiştiğini gördü ve:

“Yâ Rasûlallah! Bu, bizi arıyor! Bu süvari bize yetişmiş bulunuyor!” dedi.

Peygamberimiz (a.s):

“Mahzun olma! Allah bizimledir!” buyurdu.

Hz. Ebu Bekir:

“Yâ Rasûlallah! Bu, bizi arıyor ve bize de gelip yetişmiş bulunuyor!” dedi ve ağladı.

Peygamberimiz (a.s), Hz. Ebu Bekir’e:

“Sen ne için ağlıyorsun?” diye sordu.

Hz. Ebu Bekir:

“Vallahi ben kendim hakkında ağlamıyorum! Fakat senin hakkında ağlıyorum!” dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s), arkasına dönüp baktı ve:

“Ey Allah! Şuna karşı, dilediğin şeyle bize kâfi ol! Onun şerrini üzerimizden defet! Düşür onu atından!” diyerek dua etti.

At birden tökezleyip yere kapandı! Sürâka da atın üzerinden yere yuvarlandı! Hemen kalktı.

Elini fal oku torbasına uzatıp, ondan fal kalemlerini çıkardı ve:

“Şunlara zarar verir miyim, yoksa veremez miyim?” diye, onlarla fal çekti. Yine, hoşlanmadığı şey, zarar veremeyeceği oku çıktı.

Fakat Sürâka çıkan oka uymadı. Yine, atının üzerine atladı. Kendisini gayesine ulaştırması için onu dörtnala kaldırdı.

Peygamberimiz (a.s) ile arkadaşlarına daha çok yaklaştığı zaman, at yine yere kapandı!

Sürâka da, atın üzerinden yere yuvarlandı!

Kalktı. Tekrar elini ok torbasına uzatıp, ondan fal kalemlerini çıkardı ve:

“Şunlara zarar verir miyim, yoksa veremez miyim?” diye, onlarla fal çekti.

Yine, hoşlanmadığı şey, zarar veremeyeceği oku çıktı.

Sürâka oka isyan etti. Yine, atına atladı.

Kendisini gayesine ulaştırması için onu dörtnala kaldırdı.

Peygamberimizin (a.s) okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i işitecek kadar yaklaştı.

Aralarındaki mesafe iki-üç mızrak boyuna kadar indi.

Peygamberimiz (a.s) arkasına hiç dönüp bakmıyor, Hz. Ebu Bekir ise, arkasına sık sık, çok çok dönüp dönüp bakıyordu!

Peygamberimizin (a.s) okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i işittiği sırada, Sürâka’nın atının iki ön ayağı birden yere, kuma battı, gömüldü! Bu batış, atın dizlerine kadar erişti!

Sürâka da, atin üzerinden yere yuvarlandı!

Sürâka atı kalkmaya zorladı ve at da kalkmaya çabaladı ise de, ayaklarını gömüldüğü yerden çıkaramadı!

Sürâka Peygamberimizin (a.s) böyle Allah tarafından korunduğunu görünce, İslâmiyet’in her tarafa yayılıp hâkim olacağına kanaat getirdi.

“El-emân!” diyerek seslendi ve: “Ben, Sürâka b. Malik b. Cu’şum’um! Bana bakınız! Sizinle konuşacağım. Vallahi, ben artık size ne eziyet edeceğim, ne de benden size hoşlanmayacağınız birşey gelecektir!

Ey Muhammed! Anladım ki, bu başıma gelen şey, senin işindir! Dua et de, Allah beni şu içinde bulunduğum durumdan kurtarsın! Üzerime borç olsun ki; vallahi ben arkamdan gelenlere halinizi gizleyeceğim!

İşte ok torbam! Bu oklardan bir ok al! Sen filan ve filan yerde benim develerimin ve davarlarımın yanına uğra! Onlardan neye ihtiyacın varsa al!” dedi.

Peygamberimiz (a.s):

“Benim senin develerine ve davarlarına ihtiyacım yok!” buyurdu ve Allah’a dua etti.

At hemen silkinip ayağa kalktı!

Atın yere gömülen ayaklarının izinden, göğe doğru, ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı.

Sürâka:

“Kavmin, senin öldürülmen veya esir edilmen için diyet (yüz deve) vaad etti!” dedi.

Kureyşlilerin Peygamberimize (a.s) ve ashabına neler yapmak istediklerini haber verdi.

Sürâka Peygamberimiz (a.s) ile arkadaşlarına yol azığı ve levazımı vermek istedi ise de, ondan birşey almadılar.

Peygamberimiz (a.s), Hz. Ebu Bekir’e:

“Söyle ona! Kendisinin de bizden bir isteği var mı?” buyurdu.

Hz. Ebu Bekir bunu ona söyledi.

Sürâka:

“Seninle benim aramda bir alâmet olmak üzere, bir yazı, benim için bir emannâme yaz!” dedi.

Peygamberimiz (a.s), Hz. Ebu Bekir’e:

“Onun için bir yazı yaz!” buyurdu.

Âmir b. Füheyre emir buyurulan yazıyı bir deri parçasına yazdı.

Sürâka da, o yazıyı alıp ok torbasının içine koydu ve:

“Ey Allah’ın Peygamberi! Sen ne dilersen bana emret!” dedi.

Peygamberimiz (a.s):

“Sen yerinde dur! Arkamızdan gelecek hiçbir kimseyi bırakma!” buyurdu.

Günün başında Peygamberimize (a.s) harp açan Sürâka, günün sonunda onun silahlı bir koruyucusu olmuştu!

Sürâka, oradan geri dönüp, rastladığı herkese:

“Ben, sizin adınıza, burada olanlara yeterim!” diyor ve onları geri çeviriyordu.

O, vermiş olduğu sözünde böylece durdu.

 

 M.Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, Mekke Devri

Top