Muridan
 Kur’ân Sünnet İlişkisi

Kur’ân Sünnet İlişkisi

İslâmiyet’te meşrûiyetin olduğu gibi gerekliliğin de asıl kaynağı, Allah’ın Kitâb’ı ve Rasûlü’nün (s.a.s) sünnetidir. Her alanda gerekli ve geçerli olan bu kâide sebebiyle “Sünnete sarılma”yı, Kitâb ve sünnet nassları ile incelemek şüphesiz tabiî bir durumdur.

 
Kur’ân-ı Kerîm’de, sünnete sarılmak gerektiğini (sünnete i‘tisâm), sünneti bir bütün olarak kapsayacak tarzda çok genel ve öz bir biçimde şu âyet ifâde eder:
“Rasûl, size ne getirdi ise onu alın, ona tutunun. Sizi neden nehyettiyse ondan kaçının!” (Haşr, 7)
Sahâbîler, bu âyetin sünneti kapsadığı inancındadır. Meselâ, Abdullah İbn Mes’ûd, kendisine dövme yapma ve kadınların kaş tüyleri gibi bazı tüylerini alma yasağının Kur’ân’da bulunup bulunmadığı sorusuna, Peygamberimizin ilgili hadîsiyle cevap vermiş ve bunu Kur’ân’a ait bir nehiy gibi değerlendirme sadedinde de bu âyeti okumuştur.(Buhârî, Libâs/82, 84, 85, 87, Tefsîr, 59/4)
Mevdûdî, fey’ taksimi münasebetiyle inen bu âyetteki hükmün umûmî ve asıl maksadın, tüm münasebetlerde Hz. Peygamber’in (s.a.s) emirlerine teslimiyet olduğunu belirtmiş, bunun sebebini de şöyle izah etmiştir:
“Rasûl, size neyi getirdi ise onu alın” denirken, cümlenin devamında ‘size neyi getirmediyse’ değil, ‘neyi yasakladıysa ondan kaçının’ şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Bu hüküm sadece fey’e ait malların paylaşımını ihtiva etseydi, o zaman ‘neyi getirmediyse’ denirdi. Fakat ‘neyi yasakladıysa’ denilmesinden anlaşıldığına göre kast olunan, Hz. Peygamber’in (s.a.s) emir ve yasaklarına uyulmasıdır. Nitekim bizzat Hz. Peygamber (s.a.s) de:
“Size emrettiğimi mümkün olduğunca uygulamaya çalışın, yasakladığımdan da kaçının”(Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân VI, 191) buyurmuştur.
Hz. Peygambere (s.a.s) iman edilmesini ve O’na uyulmasını emreden âyetler, Hz. Peygamber’in ve sünnetinin konumunu belirlemek bakımından i‘tisâmın gereğini de ortaya koymaktadır.
“Allah’a ve ümmî peygamber olan Rasûlü’ne -ki o, Allah’a ve O’nun sözlerine inanır- iman edin ve O’na uyun ki, doğru yolu bulasınız” (A‘râf, 158) âyetinden anlaşıldığı üzere Rasûlullâh’a iman ve O’na uyma, Allah Teâlâ’nın istediği yola uymuş olmak için şarttır. Rasûle iman, O’nun getirdiği vahye ve ortaya koyduğu sünnete i‘tisâmı gerektirirken, bunları tasdik etmemekten kaynaklanan i‘tisâmsızlık da imansızlığa delildir.
Hz. Peygamber’in Müslümanlar için en güzel örnek olduğunu belirten;
“Andolsun ki, Rasûlullâh’ta sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, 21) âyeti, bağlanılması gereken sünnetin ‘üsve-i hasene (güzel örnek)’ olduğunu belirtmekte, dolayısıyla i‘tisâm teşvikinde bulunmaktadır. Zira “üsve”, bütün fiillerinde O’na uymayı ve değer vermeyi, bütün ahvâlini önemsemeyi ihtiva eder.(Kurtubî, Câmi‘, VII, 5237) Ayrıca âyetler, her devre hitap ettiği için, bütün müslümanlar onun muhatabıdır. O (s.a.s), her devirde örnek alınmalıdır.
Rasûlullâh’a (s.a.s) itaat edilmesi emri de sünnete i‘tisâmı gerekli kılar. Bilindiği gibi, peygamberlere karşı yerine getirilmesi gereken vazifelerden ve onlara uyma şartlarından biri itaattir. “Kim Rasûle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” (Nisâ, 80) âyeti Peygambere itaatin neden gerekli olduğunu ve itaatin zorunluluğunu ortaya koyar. Âyetler, Rasûlullâh’a itaati, Allah’a itaat saymıştır.(Kurtubî, Câmi‘, I, 32)
Peygambere (s.a.s) itaati, sadece ‘Kur’ân konusunda Peygambere itaat gerekir’ şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira bu şekilde anlamayı gerektirecek nassî bir delil bulunmamaktadır. Hz. Peygambere itaat mecburiyeti, O’na (s.a.s) itaatin Allah’a itaat etme sayılmasındandır. Çünkü Hz. Peygamber, Kur’ân’ın ifadesiyle, sadece Allah’ın yolu sırât-ı müstakime götürmekte (Şûrâ, 52) ve yalnız Allah’tan kendisine vahyedilene uymaktadır (En‘âm, 50). Şayet Rasûle itaatten sadece Allah’a itaat murad edilmiş olsaydı, ‘Allah’a ve Rasûlüne itaati’ emreden âyetler bulunmazdı. Ona itaat, Kur’ân’da bulunan hususlarda farzdır denilecek olursa bu, Rasûle mahsus bir itaat sayılmaz. Allah ve Rasûlü’ne itaat, ayrı ayrı zikredildiğine göre, Hz. Peygambere mahsus bir ‘itaat alanı’ vardır ve O, (s.a.s) Kur’ân’da yer almayan konularda hüküm veriyor demektir. ‘Allah Teâlâ, Peygambere itaat edin’ sözüyle ‘Peygamberle gönderdiğim âyetlere itaat edin, ama Peygamber’in bunun dışındaki açıklamalarına ve yorumlarına bakmayın’ demeyi murad etseydi, bunu açıkça söylerdi. Aksine mutlak bir ifadeyle ‘hiçbir şeyle kayıtlamadan Rasûlullâh’a itaat edin’ buyuruyor. Öte yandan, ‘Rasûlullâh’a itaat edin’ buyruğunun anlamı, Allah Teâlâ’nın O’nunla gönderdiği âyetlere itaat edin demek olsaydı, o takdirde âyetlerin başındaki ‘Allah’a itaat edin’ sözü gereksiz bir tekrardan ibaret olurdu. Allah Teâlâ’nın emrettiği bu itaat, sadece Rasûlü’nün getirdiği âyetleri kapsamamakta, âyetlerle birlikte sünnetine, hattâ şahsına itaati de içine almaktadır.(Bkz: M. Yaşar Kandemir, İki Cihan Güneşi, s.245)
İslâm âlimleri, konuyla ilgili âyetlerden hareketle Peygambere itaatin, O’nun sünnetine sarılmak ve getirmiş olduğu emir ve yasaklara boyun eğmek olduğunu söylemişler (Kâdı Iyâz, Şifâ, II, 17), ‘Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin’ âyetlerinde Allah’a itaatin farzlarda, Rasûle itaatin ise ‘sünnetlerde itaat edin’ demek olduğunu belirtmişlerdir.(Kurtubî, Câmi‘, II, 1445; V, 3042; IX, 6473; Kâdı Iyâz, Şifâ II, 18)
Hz. Peygambere ittibâı emreden âyetler de sünnete uymayı gerektirir. “Allah’a ve ümmî Peygamber olan Rasûlü’ne -ki o, Allah’a ve O’nun sözlerine inanır- iman edin ve O’na ittiba edin ki, doğru yolu bulasınız” (A‘râf, 158) âyetinde Peygambere ittiba, O’na imanın devamı ve gereği sayılmıştır. “De ki: Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmrân, 31) âyetinde ise Allah’ı sevmenin ve O’nun tarafından sevilmenin şartı, Peygambere ittiba olarak gösterilmiştir. Sevgi konusunda ittibaın şart koşulması, diğer konularda Peygambere ittibaı, tabiî olarak gerekli kılar. Ayrıca Allah Teâlâ’nın, Rasûlü’ne (s.a.s) tâbi olmayı kullarına farz kılması, Rasûlullâh’ın (s.a.s) sünnetinin Allah Teâlâ tarafından kabul edildiğini gösterir.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in (s.a.s) hükmüne kayıtsız-şartsız kabul ve teslimiyet ile, zerre kadar şüphe duymadan, kalpten inanıp razı olmak gerektiğini emrederken de hiç şüphesiz sünnete bağlanmayı da (sünnete i‘tisâmı) emretmiş olmaktadır: “Allah ve Rasûlü bir meselede hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına, o meselede kendi isteklerine göre bir tercih hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb, 36) ve “Hayır, Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip ona teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65) âyetlerinde sünnete i‘tisâmın gereği açıkça vurgulanmaktadır. Zira bilinen bir gerçektir ki, Hz. Peygamber’in Kur’ân dışında verdiği birçok hüküm bulunmaktadır. “Allah ve Rasûlü’ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları, Allah’a ve Rasûlü’ne arzediniz.” (Nisâ, 59) âyeti de sünnete müracaat emrini tekid eder. İlk dönem İslâm âlimlerinden Meymûn İbn Mihrân, “Allah’a arz edin” kısmının Allah’ın Kitâb’ına, “Rasûlü’ne arz edin” kısmının ise, O (s.a.s) hayatta iken kendisine, vefat ettikten sonra da “sünnetine arz edin” demek olduğunu söylemiştir.(İbn Abdilber, Câmi‘, II, 190)
Rasûlullâh’ın (s.a.s) çağrısına uyma gereğini bildirmek de sünnete i‘tisâmı emretmek demektir. “Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Rasûlü’ne uyun.” (Enfâl, 24) âyetindeki ‘Peygamber’in çağrısı’nda bir sınırlama olmaması, O’nun her emir ve yasağına uyulması lâzım geldiğini gösterir. Hz. Peygamber’in çağrısı, tabiî ki sünneti de kapsamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygambere (s.a.s) isyan etmek ve O’na uymamak yasaklanmıştır. Bu yasaklar, dolayısıyla Hz. Peygambere bağlanma gereğini ortaya koyar:
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa Allah böylesini, devamlı kalacağı bir ateşe sokar.” (Nisâ, 14) “O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar” (Nûr, 63) ve “...Rasûle karşı gelenler, Allah’a hiçbir zarar vere-mezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır” (Muhammed, 32) âyetleri, konuyla ilgili âyetlerden birkaçıdır. Son âyette, Hz. Peygambere karşı gelmenin Allah’a karşı gelme sayıldığı açıkça görülmektedir. Buradan, “Sünnete i‘tisâm etmemek, Kitâb’a i‘tisâm etmemektir.” sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Sünnetin kaynağının vahiy olduğuna delâlet eden “O, arzusuna göre konuşmaz” (Necm, 3) âyetinin sünneti de ihtiva ettiği, âlimlerce de kabul görmüş bir hakikattir.(Bkz: Kurtubî, Câmi‘, IX, 6255;Elmalılı, Hak Dini VII, 4572; Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân VI, 13-14) Bu âyet, sünnete i‘tisâmın önemli bir delilidir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s) Kur’ân’ı açıklama görevi, O’nun Kur’ân dışındaki söz ve uygulamalarına da i‘tisâmı gerektirir. “Kur’ân dışında, Hz. Peygambere vahiy veya ilham ile bilgi gelmesini inkâr etmeye imkân görünmemektedir. Kur’ân’ın açıklaması O’na verildiğine göre, bu açıklama herhalde Kur’ân’dan ayrı birşey olmalıdır.” Ayrıca beyân yetkisi, açıklama şekillerinin tamamını kapsar. “İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik” (Nahl, 44) âyeti, Peygamber’in (s.a.s) açıklamalarının, Kur’ân kaynaklı olduğunu gösterir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s) teşri yetkisi de, sünnete bağlılığı gerektirir. “O ümmî Peygambere uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar” (A‘râf, 157) ve “Allah’ın ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle cizye verecekleri vakte kadar savaşın” (Tevbe, 29) âyetleri, Hz. Peygamber’in bu yetki ve görevini ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s) tebliğ görevi de sünnete i‘tisâmı gerektirir. Sünnet, Rasûlullâh’ın (s.a.s) Rabbi’nden aldığı risâleti tebliğden ibarettir. Allah O’na, bu risâleti tebliğ etmesini emrederek şöyle buyurmuştur: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’na elçilik vazifesini yerine getirmemiş olursun.” (Mâide, 67) Hz. Peygamber (s.a.s), dini tebliğ ederken sadece Kur’ân’ı duyurmakla kalmamış, Kur’ân’ın yanında sünneti de bildirmiş, Kur’ân ve sünneti iç içe yaşamış ve ashâbına bu şekilde öğretmiştir.
Bütün bu âyetlerden ve yorumlardan anlaşılacağı gibi “Sünnete bağlılık (i‘tisâm bi’s-sünne)”, her şeyden önce Kur’ân-ı Kerîm’in müekked emridir. Kur’ân, sünnete uymayı herhangi bir ayırım yapmadan bir bütün olarak tavsiye eder. Hz. Peygambere iman edilmesi emri ve O’na inanmanın imanın şartları içinde yer alması, O’nsuz imanın tamamlanmaması, sahîh olmaması, Rasûlullâh’ın (s.a.s) konumunu belirler ve O’na uymayı gerekli kılar. Sünnete i‘tisâmı emreden Kur’ân, Hz. Peygamber’i mutlak olarak müslümanlara örnek göstermiştir. Çünkü İslâm, insan hayatının bütün kısım ve yönlerini birlikte değerlendirir. Hz. Peygamber’in üstlenmiş olduğu misyon, tabiî olarak O’nun bir sünnetinin bulunmasını gerekli kılar. Peygamber’in (s.a.s) teşri yetkisi vardır. Ayrıca sünnetinin vahye dayanması veya vahyin onayından geçmiş olması, Sünnetin kaynağının vahiy olduğunun göstergesidir. Kur’ân’ın, O’na karşı gelmeyi ve emrine uymamayı yasaklaması da sünnetin asıl kaynağını gösterdiği gibi, O’nun (s.a.s) yolu olan sünnete itaati de farz kılar.
Bütün bu âyetler, Rasûlullâh’ın (s.a.s) değerini göstermesi yanında sünnetinin de değerini gösterir. Allah Teâlâ, Kur’ân’a uymayı nasıl farz kılmış ise, Peygamberinin (s.a.s) sünnetine de uymayı emretmiştir.
 
Doç. Dr. Aynur URALER
 
zuhurdergisi

Top