Muridan
Rasûlullâh’ın Beden Dili

Rasûlullâh’ın Beden Dili

el-Hasen İbn Ali, dayısı Hind’den şunu nakletti: “Rasulullah (s.a.v.), işaret ettiğinde bütün eliyle işaret ederdi, hayret ettiğinde elini ters çevirirdi, (konuştuğu) zaman, parmaklarını bitiştirir, sağ avucuyla, sol elinin başparmağının içine vururdu. Kızdığı zaman, kızgınlığından hemen vazgeçer ve kızgınlığını belli etmezdi.” (İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihâye, VI/37; Tirmizî, Şemâil, 11/16.)

  Hz. Peygamber’in beden dili Hz. Peygamberin risâlet hayatıyla geçirdiği yirmi üç yıl zarfında kendisinden varid olan sözleri, hal ve hareketleri titizlikle takip edilmiş ve şüphesiz bir kısmı da kayda geçirilmiştir. Özellikle hadis kaynaklarında onun sözlerinin yanı sıra hareketlerinin ve tavırlarının örneklerini bulmak mümkündür. Kaynaklar bu gözle incelendiğinde Hz. Peygamberin beden diliyle ilgili olarak yeterli dokümanın olduğu görülmektedir. Söz konuşu bilgiler ışığında Hz. Peygamberin jestleri, mimikleri ve durusu aşağıda örnekleriyle ortaya konulacaktır.

 

  1. Jestleri:

  Her insan özellikle konuşma esnasında az ya da çok hareket yapar, ellerini hareket ettirmezse başını hareket ettirir. Başını hareket ettirmezse omzunu; omzunu hareket ettirmezse en azından yüzünün ifadesini veya bakışlarını değiştirir. Bu işaretlerin muhatap üzerinde tesirli olması ve sözün doğru anlaşılmasına yardım edebilmesi için münasip yerde ve zamanda yapılması gerekmektedir. Hz. Peygamber’in iletişim esnasında yaptığı işaretler incelendiğinde onun el ve parmaklarını daha çok kullandığı görülmektedir. Bu nedenle jestlerle ilgili bilgiler bu iki başlık altında toplanmıştır.

 

  a. Eller

  Allah Rasûlü, özellikle eğitim ve öğretim sayılabilecek hitaplarında jestleriyle de konuşmalarına bir canlılık getirmiş ve dinleyenlerin dikkatini konu etrafına toplamayı başarmıştır. Nitekim çoğu zaman yanında taşıdığı asası ile mevzûya canlılık getiren jestler yapmıştır. Bir gün minberde konuşurken elindeki asa ile minbere vurarak:

  “Bu Taybe’dir (Medine). Bu Taybe’dir. Dikkat edin! Buna, Mekke ile Medine’ye Deccal’in giremeyeceğini size anlatmıştım” buyurmuştur.

  Bugün de konuşurken özellikle de harita üzerinde bir konudan bahsedilirken işaret çubuğu kullanılmaktadır. Hz. Peygamber anlattığı konuyu dinleyenlerin zihninde canlandırmak için soyut kavram ve ifadeleri somut hale getirmiş ve muhataplarının anlayacağı seviyeye indirgemiştir. Cennete ilk giren kimsenin kendisi olacağını anlatırken, Cennetin kapısını nasıl çalacağını hareketleriyle izah etmeye çalışmıştır. Bu olaya şahit olan Enes b. Malik (93/712), Hz. Peygamber’in:

  “Cennetin kapısını ilk defa çalan ben olacağım” derken eliyle sanki bir kapıyı tıklıyormuş gibi kapı halkasını tutup çaldığı hala gözümün önünde, demektedir. Hz. Peygamber kader konuşunda ashabına bilgi verirken eliyle sakalını tutmuştur. Hadis şârihleri bu davranışın onun teslimiyetini anlattığını; zira eliyle sakalı tutmanın o dönemde Araplar arasında teslimiyeti ifade ettiğini bildirmektedirler. Ayrıca söz konuşu hadis, raviler tarafından “müselsel” olarak (her ravi, eliyle peygamberin yaptığı gibi sakalını tutarak) rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber, eğitim öğretim esnasında ellerini mükemmel bir şekilde kullanmıştır. Nitekim ilim bakımından sahabenin ileri gelenlerinden Abdullah b. Mesud (ö. 32/652), Hz. Peygamber’in kendisine teşehhüd duasını öğretirken elini tuttuğunu haber vermektedir. Bir başka rivayette ise elleri yerine saçını tuttuğu bildirilmektedir. Hz. Peygamber, önemli gördüğü şeyleri yeri geldiğinde eliyle işaret ederek söylerdi. Örneğin, Ensardan bir zat Hz. Peygamber’e,

  “Yâ Rasûlallah! Senden bir takim sözler işitiyorum ancak ezberleyemiyorum” dediğinde Allah Rasûlü ona:

  “Sağ elinden yardım al” demiş, bunu söylerken de eliyle yazı yazar gibi yapmıştır. Yine Peygamberin eliyle işareti hususunda sahabeden Abdullah b. Amr (ö. 65/684)’in anlattığı şu olay da güzel bir örnek teşkil etmektedir. Abdullah şöyle anlatıyor:

  “Rasûlullah’tan duyduğum her şeyi yazıyordum. Bir müddet sonra Kureyslilerden bazıları beni bundan alıkoymak istediler. ‘Allah Rasûlü bir beşerdir. O kızgınlık halinde de neşeli haldeyken de konuşurken sen nasıl olur da her şeyi yazarsın dediler. Ben bu durumu Rasûlullah’a arz ettim. Elini ağzına götürerek:

  “Yaz! Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurdu. Allah Rasûlü bir gün cemaate yatsı namazı kıldırıyordu. Ancak namazı dört rekat yerine iki rekat kıldırdı ve selam verdi. Sonra kalktı mescidin içerisinde yere konmuş ahşap bir sedir gibi bir şeye yaslandı. Sanki kızgın gibiydi. Sağ elini sol elinin üzerine koydu ve ellerinin parmaklarını birbirine kenetledi, sağ yanağını da sol elinin dışına dayadı. Namaz bitti diye acele edip mescidin dışına çıkanlar birbirlerine ‘namaz mı kısaldı’ şeklinde sordular. Aralarında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de vardı. Ancak onlar da bir şey konuşmaktan çekiniyorlardı. Sahabe arasında elleri uzun olduğu için kendisine “Zülyedeyn” lakabı verilen kişi Hz. Peygamberin yanına geldi ve:

  “Ya Rasûlallah! Sen mi unuttun yoksa namaz mı kısaldı? diye sordu. Allah Rasûlü de:

  “Ne ben unuttum, ne de namaz kısaldı” buyurdu ve yanındakilere:

  “Zülyedeyn’in dediği doğru mu?” diye sordu. Oradakiler, “evet” deyince kalktı namazını tamamladı ve sehiv secdelerini yaptı. Bu olayda Hz. Peygamber kendisinin üzüntülü ve düşünceli olduğunu sözle ifade etmese de onun hareketlerinden, yani beden dilinden bu durum gayet net olarak anlaşılmaktadır.

 

  b. Parmaklar

  Hz. Peygamber’in Arafat’ta yüz bin civarında insana karşı veda hutbesini irad ettikten sonra teblig ettim mi? Şeklinde sordugu ve sonra da şahadet parmağını insanlara çevirerek “Şahid ol Allah’ım!” dediği bilinmektedir. Yine o, Muaz b. Cebel’e (18/639) tavsiyede bulunurken dilini eliyle tutarak “İşte bunu muhafaza et” demiştir. Rasûlullah, Muaz b. Cebel’e sadece sözle “dilini muhafaza et” diyebilirdi; ancak burada da görüldüğü gibi daha etkili olan görsel metodu kullanmıştır. Abdullah b. Ebî Evfâ’dan rivayet edildiğine göre, bir yolculuk esnasında Hz. Peygamber, hizmetindeki birine güneş battığı bir sırada, “içecek bir şeyler ver iftar edeceğim” dedi. Adam, “Yâ Rasûlallah! Hâlâ gündüz aydınlığı var. Şimdi iftar olur mu?” diye şaşkınlığını arz etti. Hz. Peygamber tekrar içecek istedi; adam aynı şeyleri söyledi. Peygamber üçüncü kez isteyince adam içecek getirdi. Allah Rasûlü orucunu açtı ve eliyle doğu tarafını göstererek bir hat çizer gibi, “Bak! Aksam bu taraftan böyle karardığı vakit oruçlu iftar eder” buyurdu. Hz. Peygamber Ramazan orucu için hilalin gözetilmesinden ve kamerî ayların 29 ve 30 gün çektiğinden bahsederken, “Biz ümmî bir topluluğuz; yazı yazmayı, hesap yapmayı bilmeyiz. Ay su kadar, su kadardır” demiş ve iki elinin parmaklarıyla üçer kez işaret ederek bir defasında 30, diğer seferin üçüncüsünde bir bas parmağını kapatarak 29’a işaret etmiştir. Bir başka zaman da secde uzuvlarını anlatırken parmağıyla secde azalarına tek tek göstermiştir. Takvanın sözle ya da şekille olmadığını kalpte olduğunu anlatırken de “Takva işte buradadır” şeklinde parmağıyla kalbine işaret ettiği bildirilmektedir. Yine o, kıyametin yakin olusunu anlatmak için şahadet ve orta parmağını göstererek “Ben ve kıyamet işte bu ikisi gibiyiz” demiştir. Müminlerin birbirine sahip çıkmalarını ve aralarında olması gereken ilişki ve samimiyeti anlatırken “Müminler tıpkı bir bina gibidir. Birbirlerine destek olur ve ayakta tutarlar” demiş, bu sözleri söylerken de iki elini parmaklarını birbirine kenetlemiştir. O bu hareketiyle birlik ve beraberliğin önemini mükemmel bir üslupla anlatmıştır. Hz. Peygamber’in elleriyle ve parmaklarıyla beden dilini kullandığı yukarıda zikredilen örneklerden de anlaşılmaktadır. Ancak bu hiçbir zaman uygunsuz, yersiz ve aşırı olmamıştır. Nitekim Medine Valisi Bişr b. Mervan’in (ö. 75/794) hutbede iki elini birden kaldırarak aşırı derecede hareketler yapmasını gören Ümâre b. Ruveybe, ona ağır sözler söylemiş ve Rasûlullah şahadet parmağını kaldırmaktan öte bir hareket yapmazdı diyerek valiyi uyarmıştır. Ümare’nin bu tepkisinden de Peygamberin hutbe esnasında dikkat çekecek kadar aşırı şekilde el, kol hareketi yapmadığı anlaşılmaktadır. Onun makamında söz söyleyen hatipler için bu durumun dikkate alınması gerekir.

 

  2. Mimikleri

  Edeb bakımından insanların en güzeli olan Allah Rasûlü çok kibar ve nâzik biriydi. Onun engin şefkat ve merhamet hisleri, içindeki duygularını anında dışa yansıtır, pek çok düşüncesi yüz ifadesinden adeta okunurdu. Onun duygu ve hisleri kimi zaman gözyaşı olmuş, kimi zamanda alnında kabaran bir damar olarak ortaya çıkmıştır. Yapmacık hareket etmeyen, göz boyamaya ve gösteriş yapmaya çalışmayan bir insanın tabi olan yüz ifadeleri neyse Peygamberin içinden geçirdikleri de aynı şekilde yüzüne yansımaktaydı. Aşağıdaki örnekler Hz. Peygamber’in mimiklerinin ne kadar doğal olduğunu ortaya koymaktadır.

 

  a. Yüz İfadesi

  Rasûlullah’ın konuşması mimiklerle ayrı bir değere ulaşır. Muhatapları kendine hitap eden Rasûlullah’ın söyleyeceği sözleri onun yüzünden de okuma imkânını bulmuştur. Daha söze başlamadan önce nasıl, ne tarzda bir konuşma yapacağının kestirildiği zamanlar olmuştur. Hz. Peygamber kızdığı zaman alnının ortasındaki damar şişer, gözleri kızarırdı. Sahabe Peygamberin kızdığını böylece anlarlardı. Bir gün Hz. Aişe’nin yanına girdiğinde onun yanında yabancı birini görünce hoşlanmamış ve bunu da yüz ifadeleriyle hissettirmişti. Hz. Aişe’de o kişinin sütkardeşi olduğunu açıklamıştır. Diğer taraftan Ka’b b. Mâlik (50/670) tövbesinin kabulünü anlatırken Rasûlullah’ın kendini sevinçten parlayan bir yüzle karşıladığını ve söyle dediğini söylemektedir: “Anandan doğduğundan beri senin için en hayırlı günü müjdelerim bu günü.” Ka’b der ki, Rasûlullah (a.s.) sevindiği zaman yüzü nurlanır, sanki ay parçası gibi olurdu. Onun bu durumunu biz anlardık.

 

  b. Kaş Göz İşaretleri

  Hz. Peygamber bir kimseyi kötüleyecek şekilde kas göz işareti yapmaz bunun yapılmasına müsaade de etmezdi. Mekke’nin fethinden sonra ölüm emri verilenlerden Abdullah b. Sa’d b. Ebi’s-Serh, Hz. Peygamberin huzuruna gelerek eman diledi ve beyat etmek üzere Hz. Peygamber’in eline sarıldı. Rasûlullah onun beyatini almadı ancak üçüncü kez istemeyerek kabul etti; adam da öldürülmekten kurtuldu. Daha sonra Hz. Peygamber ashabına, “Benim davranışımı gördüğünüz halde neden adamı öldürmediniz, diye sitem etti. Ashab, “Ya Rasûlallah! Bize bir göz işareti yapsaydın onun isini bitirirdik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Biz peygamberlere gözlerin hıyaneti yakışmaz” buyurdu. Hitabet esnasında gözleri yummak veya sürekli başka yerlere bakmak büyük hatadır. Usta hatipler gözleriyle dinleyicilerini sürekli denetim altında tutarlar. Hz. Peygamber, cemaate hitap ederken tek bir noktaya bakmaz, kendini dinleyenlerini kontrol edecek şekilde her yöne bakardı.

 

  3. Duruşu

  Şüphesiz Hz. Peygamberin beden dili denildiğinde ilk akla gelen onun durusudur. Sükûtunun dahi dini açıdan bir anlamı olan Allah’ın elçisinin durusuyla oluşturduğu imaj onun gerçek ve en etkili yüzüdür ki, bu bir yönüyle de ahlaki olarak tezahür etmiştir. Onun ahlâki ise adeta canlı bir Kur’an’ı temsil etmektedir. Dolayısıyla o durusuyla bir anlamda bize Kur’an’ın öngördüğü insan tipini de göstermiş olmaktadır. Duruş ve davranışları tamamlayan en önemli faktörlerden biri kıyafettir. Kıyafetin çoğu kimse üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Bu nedenle Hz. Peygamber’in durusu anlatılırken doğrudan ilgisi olmasa da, onun kıyafeti hakkında da kısaca bilgi vererek konuyu ele almak yerinde olacaktır.

 

  a. Kıyafet

  Hz. Peygamber çeşitli renk ve desenlerde elbiseler giymiştir. Ancak onun daha çok beyaz renkli elbiseleri tercih ettiğini biliyoruz. O toplumda diğer insanların giydiği kıyafetleri giymiş, elbisenin temiz ve yırtıksız olmasına dikkat etmiştir. Ayrıca kendisine getirilen hediye giysileri de kullanmıştır. Yün, keten ve pamuklu giysiler giymiş ancak ipek kumaştan yapılmış elbiseleri kullanmamıştır. Rasûlullah (a.s.) daima güzel kokar, saç ve sakalının bakımına son derece dikkat ederdi. Sakalını hiçbir zaman dağınık bırakmamış, bunu başkaları için de hoş karşılamamıştır. İtikafta olduğu zamanlarda bile başını mescidden odasına uzatarak hanımlarına saçlarını yıkatmıştır. O saçını ve sakalini kontrol etmek için ayna kullanmış, gözlerine sürme çekmiştir. Öte yandan çirkin olacagi için sadece tek ayağa ayakkabı giyilmesini yasaklamıştır.

 

  b. Kişisel Mesafe

  Hz. Peygamber eşlerine, çocuklarına ve torunlarına daha bir yakın durmuş, yakınlık derecesine göre bu duruşunu ayarlamıştır. Kızı Hz. Fâtıma’yı alnından öpmesi, onun yatağına oturması ve torunu Hz. Hasan ve Hüseyin’i kucaklayarak öpmesi, onun fiziksel teması kullanmasını gösterdiği gibi, aynı zamanda yakınları ve mahremleri için kişisel alanlardan mahrem bölgeyi kullanmasına da güzel bir örnek teşkil etmektedir. O, biriyle konuştuğu zaman onun yüzüne bakar elini tutmuşsa o bırakmadıkça bırakmaz, karsısındaki yüzünü başka tarafa çevirmedikçe o çevirmezdi. Hatta bir adam bir şey söylemek gayesiyle Rasûlullah’ın kulağına fısıldayarak bir şey konuşsa, adam başını uzaklaştırmadan Rasûlullah başını uzaklaştırmazdı. Müslümanların birbirine güler yüzle bakmasını öğütleyen Hz. Peygamber yüzünden sürekli tebessümü eksik etmezdi. Konuyla ilgili olarak Ebû Abdissamed söyle anlatıyor: Ümmü’d-Derda’dan kocası Ebü’d-Derdâ’nın konuşurken sürekli tebessüm ettiğini işitmiştim. Ebü’d-Derdâ’ya dedim ki: “İyi ama insanlar bu yüzden sana ahmak diyorlar.” Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ söyle dedi:

  “Rasûlullah’ı ne zaman konuşurken görsem o hep tebessüm ederdi.”

  Duruş ve tavır konuşunda kişinin iyi bir dinleyici olması da önemlidir. Karşı tarafın derdini dinleyen ve ona saygı gösteren birinin kendi sözü de dikkatle dinlenir. Aksi halde, sürekli konuşan ya da başkasının konuşmasını dinlemeyen kimseler iyi bir izlenim bırakamazlar. Rasûlullah kendisine kötülük yapan düşmanlarını bile sükûnetle dinlemiş, konuşma sırası kendine geldiğinde söz alarak konuşmasına başlamıştır. Nitekim bir defasında Utbe b. Rebia (2/624) ile yaptığı bir görüşme esnasında:

  “Söyle Ebu’l-Velîd! Seni dinliyorum” demiş, Utbe sözlerini bitirip susunca, “Sözlerini bitirdin mi? ey Ebu’l-Velîd!” diye sormuş, “evet” cevabını aldıktan sonra: “O halde sen de beni dinle” diyerek söze başlamıştır. Hz. Peygamber yürürken aciz ve tembeller gibi yürümez sert adımlarla yürürdü. Ardından gelen kimse kendisine kolay kolay yetişemezdi. Hafif öne eğik gibi yürür, arkasından seslenildiğinde sadece boynunu çevirmez bütün vücuduyla dönerdi. İhtiyaç olmadıkça konuşmayan Allah Rasûlü’nün bazen uzun süre sükût ettiği görülürdü. Onun bu sessizliğinin hilim sıfatından, insanları yaptıklarından sakındırmak istemesinden, takririnden ya da tefekkürden kaynaklandığı bildirilmektedir.

 

  c. Kürsü Kullanması

  Hz. Peygamber kalabalık bir topluluğa hitap ederken iyice görünecek şekilde yüksekçe bir yere çıkardı; bazen bir ağaç kütüğü, bazen bir kürsü, bazen da bir kayanın veya devenin üzerinde konuştuğu olmuştur. Mescidde insanlara hitap ederken önceleri bir hurma kütüğünün üzerine çıkan Hz. Peygamber, cemaatin artmasından sonra yeni yaptırılan üç basamaklı bir minberin üzerine çıkarak konuşmuştur. Bir gün Safa Tepesinde halka hitap ederken oradaki bir kaya üzerine çıkmış, Arafat’ta ve Mina’daki meşhur veda hutbesini ise bir devenin üzerinden irad etmiştir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber hitap ederken bir anlamda kalabalığa karşı kürsüyü en iyi şekilde kullanmıştır. Bir liderin muhatapların hafızalarında oluşturacağı imaj ve etki için bu husus oldukça önemlidir.

 

  d. Vücut Teması

  Hz. Peygamber vücut temasını da yeri geldikçe çok güzel bir biçimde kullanmıştır. Onun uzaktan gelen sevdiği insanları veya çok yakin akrabalarını kucakladığı, bazen de öptüğü ve bağrına bastığı bilinmektedir. Nitekim Cafer b. Ebî Tâlib (8/629) Habeşistan hicretinden Medine’ye dönüşünde, Hz. Peygamber de Hayber’in fethinden (6/627) henüz yeni gelmişti. On üç yıl aradan sonra Cafer, Peygamberin huzuruna girdiğinde, Rasûlullah Cafer’i kucaklayarak iki gözünün arasından öpmüş ve şöyle demiştir:

  “Hayber’in fethine mi yoksa Cafer’in gelişine mi daha çok sevineceğimi bilemiyorum.”

  Kuran-ı Kerim’de de zikredildiği gibi Hz. Peygamber, Müslüman olanlardan “bey’at” alırken ellerini onların elleri üzerine koymuş öylece söz almıştır. Bu durum iletişim açısından oldukça dikkat çekicidir. Rasûlullah (a.s.) insanlarla vücut teması kurarak onlarla olan samimiyetini daha çok pekiştirmiş olmaktadır. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in, çocuklarla iletişim kurabilmek için onların anlayacağı ya da sevineceği şekilde davrandığı görülmektedir. Zaman zaman onları devesine bindirerek gezdirir, onlara nasihat eder, onların saçını okşar, onlara saka yapardı. Hatta bir defasında abdest alırken abdest suyunu ağzına alıp yanındaki çocuğun yüzüne püskürttüğü bile olmuştur. Onun bu yakın teması ve doğal davranışı çocukların ilgisini çekmekte ve kendisini sevmelerine zemin hazırlamış olmaktadır.

Top