Muridan
Ey Kardeşim

Ey Kardeşim

Ey kardeşim! ‘Dünya bir gündür, o da bugündür.’ derler. Hala ne diye oyuna dalar gidersin. Gel, iki hoş-beş edelim. Sözüm evvel kendime, sonra sanadır. İkimizin şahsında tüm kardeşlerimizedir.

Geçenlerde düşündüm, kara toprağın altı nasıl acaba? Soğuk, ama ıssız değil. Oranın da sakinleri var. Bugün kabri, kabir ahvalini hepimiz epey biliriz. İnanan da inanmayan da oraya gidecek. Dünya bir oda, âhiret bir oda ve yan yana. Burada işi, vakti biten ölüm kapısından geçip, mezar bekleme salonundan diğer odaya geçiyor ve o oda sonsuz… Ama oraya sanki bizden başka herkes girecekmiş gibi davranırız. Koskoca kâinatı yoktan var eden Mevlâ’mız (c.c) bizi yaratmış, yedirmiş, büyütmüş. Ya senin benim halim nedir? Kendisine ekmek veren, can veren Zata nankörlük değil midir?

Şöyle gün içinde Allah’ı hatırlayıp da gözlerimiz yaş dolamadı. Peygamberimizi (s.a.s) anamadık ciğerimiz yana yana. Bizim için çektiklerini hiiiç düşünmedik. O güzel ashabın (r.anhüm) çilesini de göz ardı ettik. Şimdi bizim adımız Müslüman, öyle mi kardeşim? Evet adımız Müslüman ama tadımız Müslüman mı? İçimize sinmiş mi iman, İslâm... Hadi gel, çıkalım dağlara, kırlara. Bir gün pamuk gibi atılacak dağlara çıkalım da ibret alalım. Bak kurt, kuş, çiçek böcek tesbih ediyor. Sen, ben eşref-i mahlûkuz. Biz tesbih etmezsek böcekten ne farkımız kalır!

 

Kalk arkadaş, gidelim

Dereler yoldaşımız

Dağlar omuzdaşımız

Dünyayı seyredelim

 

Ezan okunduğunda “Bu ezan beni çağırıyor” diyor musun hiç? Ezan, Müslümanı davet ediyor. Sen Müslümansın, peki sen neden davete icabet edip Rabbinle konuşmaya görüşmeye gitmiyorsun? Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmazmış. Hiç namaz kılamadığın için içinde bir üzüntü, sıkıntı oluyor mu? Olmalı değil mi? Bir vakitten başla da devam et bak ne kolay ne tatlı. Dinlersen beni sözüm budur, senin iyiliğin içindir.

‘Aman sen de’ de bana, ne fark eder… Bir gün sözümün hak olduğunu anlayacağız ikimizde. O gün elden ne gelir. Bak her saniyen, her günün, her saatin bir adımdır. Nereye? Ölüme. “Ölüm sessiz bir nasihatçidir.” Beni dinlemiyorsan bari ölümü dinle. ‘Gel bakalım falan, gel bakalım filan’ dediklerinde, nereye kaçacaksın?

 

Bilmem nere kaçacaksın?

Nerelere uçacaksın?

Emrullâhı tutmaz isen

Hangi emri tutacaksın?

 

Sen hala mal biriktiredur, yiyemeden öleceksin. Mal mirasçına, hesabı sana kalacak. Sakın işçine fazla ücret verme, hatta hakkını ye(!) Yarın kıyamette karşına dikilecek garip işçin orada fazlasıyla tazminat alacak senden. Sen burada onun bunun hakkını yemeyi kendine kar sayadur. Bakalım Yüce Mahkeme’de hesabın nice olacak? Kim bu dünyada kalmış, hangi giden ne götürmüş?

Komşun aç iken tok uyuyan sen. İşçinin teri sırtında kabuk bağladığı halde ücretini vermeyen, yetim malı yiyen, yalan söyleyen, hep birilerini suçlayan ama kendinde hiçbir hata aramayan sen. Dünyada üç beş kişiye karşı rezil olmamak için bin kılıf, bin takla ile gerçekleri gizleyen ama âhirette tüm defterlerin açılacağını, İlahi kameraların çekimlerini unutan yine sen. Sen, ben, o… Bu hepimiz. Nereye kadar bu gafillik?

Gerçek Müslüman!!! Evet, gerçek Müslüman haram yemez, kafasını kesseler yalan demez, kötü düşünmez. Yahu kendine bir bak! İnsanlar seninle iyi geçinmek için mücadele veriyorlar, bu ne biçim Müslümanlık! Sen mi halkın yükünü çekeceksin? Ama yooo… Kolayını bulmuşsun. Halka yükünü çektiriyor, kapris yapıyor, keyfine bakıyorsun. Sevmediğine iftira atıp, yalan söyleyip, gıybetini yapıp âhirette onu sevap zengini yapacaksın, haberin yok!

Mevlânâ (k.s)… Koca insan ne demiş bak şu sözü dinle de için titresin.

Hz. Mevlânâ’ya:

“Sen, Şems gelmeden evvel kimsenin şüphesi olmayacağı dört dörtlük bir mü’mindin, hocaydın, öğretmendin, müderristin (O zamanki Selçuk Üniversitesi rektörüydün). Sen her şeyi biliyordun, sana üstelik Şam’daki hocan söylemedi mi ‘senin bilemeyeceğin bir şey kalmadı’ diye…”

Hz Mevlânâ:

“Evet doğrusunuz, doğru söylüyorsunuz.” diyor.

“Peki, senin ibadetlerinde bir eksiklik var mıydı?” diyorlar. Mevlânâ,

“Hayır.” diye cevap veriyor.

“Peki, sen Şems’ten ne öğrendin ki böyle perişansın, şu haline bak!” dediler.

Mevlânâ’nın, Hz. Şems’in son kayboluşundan sonraki tablosu bembeyaz bir çehre idi.

Âşıkların rengi sarı olur, renkleri beyaz bir çehre ile bitmiş tükenmiş manzarasındaydı. İşte onun hikmet-i sebebini sordular. O zaman Hz. Mevlânâ’nın mânâ ilimleri ve tasavvufun özüne ait müthiş bir açıklaması oldu. Dedi ki:

“Evet, dediklerinizin hepsi doğru. Fakat ben Şems’e rastlamadan önce üşüdüğüm zaman ısınıyordum ama Şems’ten sonra artık ısınamıyorum. Çünkü Şems bana bir şey öğretti.
‘Yeryüzünde bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.’ Ben de biliyorum ki, yeryüzünde üşüyen mü’minler var, artık ben ısınamıyorum. Eskiden açken bir çorba içince doyardım. Ama şimdi hiçbir şey bana bir besin hazzı vermiyor. Çünkü biliyorum ki açlar var. İşte Şems bana bunu öğretti.”

Bu öğrettiği şeylerse, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.s) ahlâkının tâ kendisidir.

Ağlıyorum şu perişan halimize… Bilir misin ağlayamamak kalb katılığındandır? Nasihatten etkilenmemek kalbin mühürlü oluşuna işaretmiş. Gidişat, iyi gidişat değil. Zararın neresinden dönersek dönelim, yeter ki dönelim. Az da olsa temizleniriz.  Gönlümüz ferahlar. Şu İslâm âleminin durumunun suçluları hepimiziz. Sanki Müslüman biz değilmişiz, Kur’ân bizim kitabımız değilmiş, sanki Peygamber (s.a.s) bize gönderilmemiş gibi haramı yedik, Kur’ân’ı baş tacı etmedik, emirlerini okumadık, hatta kendisini bile okumadık, anlamaya çalışmadık. Dünya ve âhiret yolundaki ışıklı tabelalarımız olan hadis-i şerifleri bile eleştirdik haddimizi aşarak. Biz mi Müslümanız, yoksa Müslüman taklidi mi yapıyoruz. Eh âhirette ateşte odun gibi yanmanın, hesaba çekilmenin taklidi olmaz. Dublör de kullanamazsın. Her sahnende başroldesin, bunu aklından çıkarma!

Ama yok, sen de ben de Allah’ın kuluyuz. Biz neden sıkıntı çekelim hem dünyada hem âhirette! Dünyada da iyilik âhirette de iyilik bizim hakkımız.

Kalk Arkadaş Gidelim

Ölen olur, yıpranmaz

Giden gider, aranmaz.

Böyle geçer ömrümüz,

Bir gün gelir, oluruz.

 

Haberimiz olmadan.

Ve o zaman, o zaman,

Hayat neymiş görürsün

Bırak, keyfini sürsün.

 

Şehirlerin, köleler

Yeter bizi tuttuğu

Tükensin velveleler

Kalk arkadaş, gidelim

 

İnsanın unuttuğu

Allah’ı zikredelim.

Gül ve sümbül hırkamız,

Sular, kuşlar, halkamız.

 

Necip Fazıl Kısakürek

Top