Muridan
Rasûlullâh'ın (s.a.s) Şecâat ve Necdeti

Rasûlullâh'ın (s.a.s) Şecâat ve Necdeti

Şecaat; savaş ve şiddet sıralarında cesaret ve yüreklilik göstermek demektir. Necdet de, korku ve dehşet yerlerinde, olağanüstü durumlar karşısında sabır ve sebat göstermek, korkuya düşüp uygunsuz iş yapmamak, demektir. Şecaat ve necdet hasletlerinin her ikisi de, Peygamberimiz aleyhisselâmda üstün derecede mevcuttu.(1) Abdullah b. Ömer: Resûlullah aleyhisselâmdan daha sehâvetli, daha necdetli, daha şecaatli bir kimse görmedim!demiştir.(2) Kureyş müşriklerinin delikanlıları Mekke’de Peygamberimiz aleyhisselâmın evini kuşatmışlar, içeri­den çıkar çıkmaz üzerine atılıp kılıçtan geçirmeye hazırlanmışlar iken, Peygamberimiz aleyhisselâm hiç korkmadan evinin kapısını açmış, müşriklerin başlarına toprak saçmış ve Yâsîn sûresinin baş tarafından dokuz âyet okuyarak aralarından çıkıp gitmişti.(3)

      Peygamberimiz aleyhisselâm, Hz. Ebû Bekir’le birlikte Sevr mağarasına girdiği zaman, müşriklerin delikanlıları da kılıçlarını sıyırıp iz süre süre mağaranın önüne kadar gelmiş, dayanmışlardı.(4)
    Ünlü iz sürücü Kürz b. Alkame, Peygamberimiz aleyhisselâmın izini görünce:

  “İz burada kesilmiş! Bu ayak izi, Makam-ı İbrahim’dekindendir!” demişti.(5)

  Hz. Ebû Bekir:

  “Eğer onlardan biri eğilip ayaklarının dibinden içeri bakacak olursa muhakkak bizi görecektir!”(6) diyerek telaşlandığı zaman, Peygamberimiz aleyhisselâm:

  “Hiç tasalanma! Allah bizimledir!” buyurmuştu. (Tevbe: 40)

 

  Kendilerini tutup müşriklere teslim ederek yüzer deve mükâfat almak sevdasıyla onları izleyen(7) Sürâka b. Cu’şum’u gördüğü zaman, Hz. Ebû Bekir yine telaşlanmış ve:

  “Yâ Rasûlallah! İşte, atlı gelip bize yetişti!” demişti.

  Peygamberimiz aleyhisselâm ona yine:

  “Hiç tasalanma! Allah bizimledir!” buyurmuştur.(8)

 

  Enes b. Malik der ki:

  “Resûlullah aleyhisselâm insanların en güzeli, en cömerdi ve en şecaatlisi idi. Medine’de bir feryat, korkulu bir hal oldu mu, Peygamber aleyhisselâm hemen Ebû Talha’nın Mendub diye anılan atını emaneten alıp üzerine atlar, feryadın geldiği yere yetişirdi.

  Hiçbir feryat ve imdat sesi duyulmazdı ki, Mendub’un oraya birdeniz gibi, su gibi revan olduğunu görmeyelim!

  Hâlbuki o, çok yavaş ve ağır yürüyen bir attı; hiç de yürüyen değildi.

  Bir gece Medineliler bir feryat işitip korkmuşlar, hemen sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi.

  Resûlullah aleyhisselâm ise, onları geride bırakarak ilerlemiş, sesin geldiği yere yetişmiş, durumu inceleyip dönerken halk ile karşılaşmıştı.

  Kendisi Ebû Talha’nın çıplak atının üzerinde kılıcı boynunda asılı bulunuyor ve:

  ‘Hiç korkmayınız! Hiç korkmayınız!’ buyuruyordu.”(9)

 

  Hz. Ali de, Bedir savaşı günü müşriklerin saflarına Peygamberimiz aleyhisselâmdan daha yakın bir kimse bulunmadığını bildirmiştir.(10)

  Mikdad b. Amr da, Peygamberimiz aleyhisselâmın Uhud savaşındaki şecaat ve sebatını anlatırken:

  “Kendisini hak din ve kitapla peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; düşmanın saldırıları karşısında Resûlullah’ın bir karış bile gerilediğini görmedim!

  Ashabından bir kısmı bir kere onun yanında toplandılar, bir kere de onun yanından dağıldılar.

  Resûlullah’ın arada sırada ayakta dikilerek düşmanı geriletecek derecede yayıyla ok, ya da taş attığını görmüşümdür!

  O, tıpkı askerî bir birlik gibi sebat etmekte, yerinden ayrılmamakta idi” demiştir.(11)

  Uhud savaşında, Kureyş müşriklerinden Übeyy b. Halef:

  “Muhammed nerede?” diyerek soruyor(12),

  “Yâ Muhammed! Sen kurtulursan, ben kurtulmayayım!” diyerek gelip Peygamberimiz aleyhisselâma yetişmiş bulunuyordu.

  Peygamberimiz aleyhisselâmın yanındaki sahabileri:

  “Yâ Rasûlallah! İçimizden birisi dönüp onu karşılasa olmaz mı?” dediler.

  Peygamberimiz aleyhisselâm:

  “Bırakınız gelsin!” buyurdu.

  Übeyy b. Halef, Peygamberimiz aleyhisselâmın yanına kadar geldi.(13)

  Sahabiler dayanamayarak onun önünü kesmek istediler.

  Peygamberimiz aleyhisselâm:

  “Geri durunuz!” buyurdu.(14)

  Hemen, Haris b. Sımme’nin mızrağını eline aldı, sonra sahabilerine puğur devenin silkinmesi gibi silkindi, onları devenin sırtından sineklerin uçup dağılışı gibi başından dağıttı.(15)

  Peygamberimiz aleyhisselâmın o sıradaki celâdeti, hiç kimsede yoktu.(16) Peygamberimiz aleyhisselâm davranınca, Übeyy b. Halef dönüp kaçmaya başladı.

  Peygamberimiz aleyhisselâm:

  “Ey Übeyy! Nereye kaçıyorsun? diyerek seslendi(17) onu -boynunun- miğferiyle gömleğinin yakası arasındaki kısmından vurup yaraladı!

  Übeyy b. Halef, sığır böğürür gibi böğürerek atından yere yuvarlandı.(18) Kendisinin kaburga kemik­lerinden bazısı da kırıldı.(19)

  Müşrikler, onu ordugâhlarına götürdüler.

  Übeyy b. Halefin yarasının kanı çıkmıyordu, fakat ağrısına dayanılacak gibi değildi.

  Bunun için, Übeyy b. Halef:

  “Vallahi, Muhammed beni öldürdü!” dedi.

  Arkadaşları:

  “Andolsun, sen aklını kaybetmişsin! Vallahi, sendeki yaranın hiç önemi yok!” dediler. Übeyy ise:

  “O bana Mekke’de ‘Seni, ben öldüreceğim!’ demişti.

  Vallahi o benim üzerime tükürse, yine beni muhakkak öldürür!” dedi.(20)

  Arkadaşları:

  “Ey Ebû Âmir! Vallahi, senin yaran önemli değildir! Eğer bu sendekinin aynı herhangi birimizde olsaydı bize hiç de sıkıntı vermezdi. Biz de ona aldırış bile etmezdik!”diyerek teselli etmeye çalışıyorlardı.(21)

  Fakat o:

  “Lât ve Uzzâ’ya yemin ederim ki, eğer bende olan bu yara, Zülmecaz panayırı halkında olsaydı, hepsi de çoktan ölüp giderlerdi.(22)

  O, bana: ‘Seni, ben öldüreceğim! dememiş miydi? Değil ben, bütün Rebia ve Mudarlar halkı da olsa, muhakkak onları da öldürür o!” diyordu.

  Übeyy b. Halef, Mekke’ye altı mil uzaklıkta bulunan Şerife gelince öldü.(23)

 

  Necd taraflarında(24) Muhârib b. Hasafalarla(25) yapılan Zâtü’r-Rikâ savaşı sırasında(26), sık, diken­li ve iri ağaçlı bir vadide konaklanmış; İslâm mücahidleri gölgelenmek üzere ağaçların altlarına dağılmışlardı.

  Peygamberimiz aleyhisselâm da, ağacın gölgesi altında yalnız başına uyuyor, kılıcı da ağacın dalında asılı bulunuyordu.(27)

  Muhârib b. Hasafalardan Gavres b. Haris adındaki Arâbî (çöl Arabi) gelerek(28) Peygamberimiz aleyhisselâmın ağaçta asılı kılıcını eline alıp sıyırdı.(29)

  Başucuna dikilince, Peygamberimiz aleyhisselâm uyandı.

  Gavres:

  “Şimdi seni benden, benim elimden kim kurtarabilir?” dedi.

  Peygamberimiz aleyhisselâm:

  “Allah kurtarır!” deyince, kılıç Gavres’in elinden yere düştü.

  Peygamberimiz aleyhisselâm hemen kılıcı eline alarak:

  “Şimdi benden, benim elimden seni kim kurtarabilir?” diye sordu.

  Gavres:

  “Sen, kılıç tutanların hayırlısı ol!” dedi.

  Peygamberimiz aleyhisselâm:

  “Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, benim de Resûlullah olduğuma şehadet edecek misin?” diye sordu.

  Gavres:

  “Hayır! Fakat seninle savaşmamak ve sana karşı savaşan kavmin yanında da bulunmamak üzere sana söz veriyorum!” dedi.

  Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâm onu serbest bıraktı.(30)

  Ashabdan Berâ’ b. Âzib’e Kays kabilesinden bir adam:

  “Huneyn savaşı günü, Resûlullah aleyhisselâmın yanından siz de kaçtınız mı?” diye sormuştu.

  Berâ’ b.Âzib:

  “Fakat, Resûlullah aleyhisselâm kaçmamıştır! Onu boz katırının üzerinde gördüm ki, Ebû Süfyan b. Haris katırın geminden tutuyordu.

  Kendisi:

  ‘Peygamber benim! Yalan yok! Ben Abdulmuttalib’in oğluyum!’ diyerek sesleniyordu.(31)

  Vallahi, savaş kızıştığı zaman, Resûlullaha sığınır, onunla korunurduk!

  İçimizde en yiğit olanımız, Peygamberimiz aleyhisselâmın hizasında durabilendi!” dedi.(32)

  Hz. Abbas da:

  “Müslümanlarla kâfirler karşılaşınca, Müslümanlar bozulup gerilediler.

  Resûlullah aleyhisselâm ise katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı.

  Ben, koşmasına engel olmak için, katırının geminden tutuyordum. Ebû Süfyân b. Haris de, Resûlullah aleyhisselâmın katırının üzengisinden tutuyordu” demiştir.(33)



  (1) Kâdî Iyâz, Şifâ, I,85.
  (2) İbn Sa'd, Tabakât, I, 373.
  (3) İbn İshak-İbn Hişam, Sîre, II, 126 vd; Tabakât, I, 227 vd.
  (4) Tabakât, I, 228 vd.
  (5) İbn Esîr, Usdu'l-Gâbe, IV, 469 vd.
  (6) İbn Sa'd, Tabakât, III, 173 vd; İbn Hanbel, Müsned, I, 4.
  (7) Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 263.
  (8) Buhârî, IV, 90.
  (9) İbn Sa’d, I, 373; Müsned, III, 185; Buhârî, III, 228; Müslim, IV, 1802 vd.
  (10) İbn Sa'd, II, 23, Müsned, I, 126.
  (11) Vâkidî, Megâzî, I, 240.
  (12) Kâdî lyâz, Şifâ, I, 86.
  (13) İbn İshak-İbn Hisam, Sîre, III, 89.
  (14) İbn Sa'd, Tabakât, II, 46.
  (15) İbn İshak, III, 89; Vâkidî, I, 251.
  (16) Vâkidî, I, 251.
  (17) Taberî, Târih, III, 20.
  (18) Vâkıdî, Megâzî, II, 251; Hâkim, Müstedrek, II, 327.
  (19) İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, II, 46; Hâkim, II, 327.
  (20) İbn İshak-İbn Hişam, Sîre, III, 89.
  (21) Vâkidî, I, 251.
  (22) Vâkîdî, I, 252; Hâkim, II, 327.
  (23) İbn İshak, III, 89.
  (24) Müsned, III, 311.
  (25) Müsned, III, 390.
  (26) Müsned, III, 364.
  (27) Müsned, III, 361.
  (28) Müsned, III, 390.
  (29) Müsned, III, 311.
  (30) Müsned, III, 390.
  (31) Müslim, III, 1401.
  (32) Müslim, III, 1400 vd.
  (33) Müsned, I, 207; Müslim, III, 1398.

     (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, XVIII, 481-485. sayfalarından alıntıdır.)

Top